İki Gün Sonra

Aslında söyleyecek pek bir şeyim yok, yalnızca gitmeden önce veda etmek istedim. İki gün sonra görüşmek dileğiyle diyorum, gözlerinizden öpüyorum.
Sevgiyle kalın.

Aşağı Çevir

Turn down diye bir fiili var İngilizler'in. Reddedilen insanın ruh halini tam olarak yansıtıyor bu kelime grubu. Sanırsın fiil değil de sıfat, öyle bir şey. Turn down; yani reddetmek, geri çevirmek. Down, evet. Başka bir kelime ne kadar iyi anlatabilir bunu, bilmiyorum.

Çalışırken

"Düşün düşün boktur işin." diye bir laf var, bilirsiniz. Ben de bilirim. Bilirim bilmesine de şimdi bunu niye yazdım onu bilmem işte. Aklımdaydı da unuttum değil, düpedüz bilmiyorum neden yazdığımı. Ne yapalım, oldu bir kere.

Yarın son finale gireceğiz nasipse. Sallantıdaki tek dersin de bu olduğunu düşünürsek biraz ciddiye alarak çalışmam gerekecek. Ama nerde! O kadar üşeniyorum ki işin kolayına kaçıp hocanın siteye koyduğu gözden geçirme sorularının hangi ünitelerde olduğuna bakarak yalnızca o ünitelere çalışacağım ilk etapta. Belki daha sonra vaktim olur ve ben üşenmezsem diğerlerine de bakarım. Bu arada, formül kağıdı dağıtılıp dağıtılmayacağı konusunda net bir bilgi ulaşmış değil henüz elime. Çeşitli dedikodular var ve bu defa onlara inanmak istiyorum.

Sınavdan sonra biraz buralarda takılıp, döndüğümde gitmiş olacak arkadaşlarla vedalaşıp gece Bursa'ya hareket edeceğim artık. Pazar akşamı döndüğümde benim için yeni bir dönem başlamış olacak. Elbette abartmaya gerek yok, altı üstü staj yapacağım. Yine de sabah erkenden kalkıp düzenli olarak her gün bir saatlik otobüs yolculuğundan sonra işe gidip gelmek farklı bir deneyim olacak. Hoş köyde yine o saatlerde kalkıp bir saat yürüyüp ondan daha uzun süre hem de bedenen çalışmış olduğumu hesaba katarsak bunun daha ağır olduğunu söylemek biraz abes kaçar sanırım. Öyle ya da böyle, 2 Haziran Pazartesi günü zorunlu stajıma başlamış olacağım ve inşallah 27 Haziran Cuma akşamı bu dertten kurtulmuş olarak geleceğim yurda.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. Yeni bir şey olursa dönerim. Tekrar görüşünceye değin sağlıcakla kalın. (TRT'de program sonu gibi oldu sanki.)

Klişedir

"Sensiz dünya bana dardır
Daim işim gücüm zardır."

"Benim işim gücüm zar değil, yani zar yapıp satmam, zarcı değilim." derdim şimdi ama daha gündüz siktir çektiğim insanlar gibi davranmış olurum, hoş olmaz.

Dişim ağrıyor hafiften. Ne kadar oldu, bir ay mı? Belki iki, bilmiyorum. Böyle tok bir ağrı var. Doktora gitmek istemiyorum. Gidersem ağrıyan dişimin en sona sarkacağını biliyorum çünkü. Sanki ben düşünemezmişim, ben bilmezmişim gibi kendi halimi tutup başka dişlerle uğraşacaklar. Gitmeyeceğim. Zaten öyle gece ağrısı gibi sızılı değil, pek dert etmiyorum o yüzden.

Kahve mi yapsam? Yapmasam mı? Neden yatmadan önce kararsız olmaya başladım ben? Dün sigarayı düşünüyordum, bugün kahveyi düşünüyorum. Aslında kahve içme fikrinin de sigaradan doğduğunu düşünürsek, sigara bütün kararsızlıkların anasıdır diyebilir miyiz? Zaten sigara içmek istediğimden de pek emin değilim. Boşveriyorum kahveyi de sigarayı da. Kitap okur yatarım.

Yok bu akşam daha fazla söylenecek sözüm. Belki de olurdu, olabilirdi. Dattiri ditdit, diri diri dit.

Öyle işte. Öpüyorum gözlerinizden.

Siktirin Gidin

Dehayla delilik arasındaki ince sınır fark edileli beri amma çok deli özentisi türemiş yahu! Ben bugün bunu gördüm ve karar verdim, artık delilikten vazgeçiyorum. Kimse bana özenmez, özenilecek bir yanım da olamaz.

Lav yu beybi, sen de mi? Sigaram bitti, artık kalem içiyorum. Kitabımı yedim dün gece, bitmedi gitti. Arkadaşım gelecekti dün gece bana, bugüne erteledik. Nan ov ım, hepınızı yırım. Böyle arada sıyırım. Ah bilseniz ne kadar zekıyım. (Latifeyi de yapıyorum hani; zeki demiyorum da zekı diyorum.) Vış, imlaya da tam uyduk, olmaz böyle. Perihan'laşmak lazım biraz, mağdenin derinine inmeli insan. Kıh, kıh, kıh. (Gülünecek burada.) Hey dostum, kimlerdensin? Elf misin cüce misin? Cüce-Büce vardı değil mi? Elif Abla'ya selam olsun, Be-Ce için. Ben küçükken çok oburdum, balı kaymaklan yoğurdum. Silifkenin yoğurdu, ah seni kimler doğurdu. (Görüyor musun zeki insanı, iki cümle arasında bağlantı kurabildiğim halde deli numarası yapabiliyorum.) Çayım bitti, sıçmaya gidiyorum. (Diyojen gibiyim mübarek. Bugün deli diyorlar, iki bin yıl sonra filozof diyecekler.)

A biyento yavrim, ih libe dih. Arapça'nın da hatrı kalmasın, ehlen ve sehlen ya ramadan. (Alakasız ama olsun, deliyim ne yapsam fire veriyim.)

Gel Hadi Gel

Sanırım uyumamın vakti geldi. Blogun yeni görünüşü sağlıklı kararlar veremeyecek kadar uykum olduğunu gösteriyor. Tamam, abarttım biraz. Ama arkadaşım bu ne? Kiremit üstüne tebeşirle yazı yazar gibi. Çocukken yapardık, ordan biliyorum. Bu gece de amma yalancıyım yahu. Çocukken kiremit mi görürdük? Laf işte. Tuğlayla kiremitin farkını bile bilmiyordum muhtemelen. Belki ilkokulun sonuna doğru öğrenmişimdir.

Yatmadan önce bir sigara içsem mi diye soruyorum kendime. Hani öyle istekli değilim gibi ama bir yandan da canım çekiyor. Bilemiyorum ne yapsam. Bakıyoruz, dostum perdeyi çekmiş. Duman dışarı çıkamayacağına göre odanın içine hapsetmenin anlamı yok kendisini. Canı falan sıkılır mazallah, yazık değil mi? Vazgeçelim o zaman sigaradan, dişlerimizi fırçalayıp yatalım.

Gitmeden önce; bir Stajyer vardı, ne oldu ona? On günden çok olmuş, sesi çıkmayalı. Küstü mü acaba yazmıyorum diye. Küsmesin, burayı boşvermeyi ben de istemiyorum. Sadece gidişat onu gerektiriyor bazen.

Şimdi gidiyorum. "Kaçak ve Anne" çalıyor, nasıl da denk geldi. "Sabah olmasa gece/Kaçmasam dermansızın." Ama ben kaçıyorum, çünkü sabah olacak gece; biliyorum. "Ağlıyor musun anne?/Gidiyor hayırsızın." Evet, hayırsızım ve gidiyorum.

Sevgiyle.

Yar Nere Gidem

"Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa."

"Ah mine'l-aşk"

Kimler neler söylemiş aşk üstüne, ne çok şey yazılıp çizilmiş, ne çok destan ne çok masal türemiş aşkı mekan tutan. Lakin ben aşktan konuşamam bu gece, yok hiç hevesim. Onun yerine kısa, umut dolu bir aşk hikayesi anlatabilirdim ama onu da yapamayacağım. Zira "o benim canım, o gözümden sakındığım, o dokunmaya kıyamadığım" gibi klişele laflarla anlatamayacağım o güzel insan şimdi... Yok, yazamayacağım; gücüm yetmiyor.

Oysa ne güzel başlamıştı her şey. Gözleri ışıl ışıldı, yanakları al al. Belliydi heyecandan böyle olduğu, heyecanının neden yol bulup çıktığı da belliydi. Sustu, söylemedi hiçbir şey. Sustum, söylemedim hiçbir şey.

Zaman geçti; dallar meyveye durdu, buydaylara hasat vurdu, kar gökten toprağa kondu ve tüm bunlar sırasıyla birkaç defa oldu. Ben, sen, o, hepimiz, her şeyimiz, her yanımız değişti. Sandık ki tek değişmeyen... Değişti işte, farkına varamadık ama değişti.

Vazgeçtim, anlatmıyorum. Zaten anlatacak bir şey de yoktu. Varmış gibi yaptım, sizi ve (en başta) kendimi kandırmayı denedim ama olmadı. İçimden gelmedi. Beceremedim biraz da. Artık eskisi gibi tek cümleden yola çıkarak hikayeler yazamıyorum. Onu geçtim, kurgusunu yaptıklarımı da yazamıyorum. Ah, dilim! Öyle kupkuru ki ne söylesem eksik söylemişim gibi geliyor, nasıl söylesem hakkını verememişim gibi. Eskiden de böyle miydi? Cevap menfi ise, nasıl bu hale geldi? Değilse, nasıl bunca yıldır hiçbir şey değişmedi?

Bir müddet, diyorum, hiç yazmasam mı? Dinlendirsem mi kelimelerimi? Hepsi tanıdık gelmeye başladı. Yenilerini eklemem lazım onlara ya da bir müddet uzaklaşıp geri döndüğümde hepsini özlemin coşkusuyla kucaklamam gerek hepsini. Başka türlü olmayacak çünkü. Hani "Hep karanlık, hep karanlık/Yeter artık, yeter" der gibi, hep ayn...

Sahi, "bir kuş uçur" artık.

Vakitli Vakitsiz

"Vergi versin, ümük versin, can versin
Verirler mi alırlar mı bell'olmaz."

Verirler. İnanmak istemiyor insan ama verirler. Vergi de verirler, ümük de verirler hatta can da verirler. Aldıkları ise...

Ne diyeyim şimdi? Ne anlatayım? Kapitalizmden mi dem vurayım, ... Yok, tadım yok. Neyden şikayet edeceğimi sayacak kadar dahi tadım yok. Zaten söylenmesi gereken her şey bir şekilde birilerince söylenmiyor mu? Ben bir daha niye nefes tüketeyim, söyleyecek yeni bir şeyim yoksa? Sırf isyan ettiğimi göstermek için isyanımdan niye söz edeyim?

Belki bir müddet her şeyden elimi çekmeliyim. Sonra ne olacak peki? Bir süre her şeyi geride bıraktım ve umursamadım diyelim. Sonra yine aynı döngünün içine girmeyecek miyim? Hep başladığım yere geleceksem kendimi koyvermemin ne anlamı olabilir ki? Öyleyse dik duracağım.

Dik durmak? Güzel tabi. Yenilmediğini bilmek, yenilmemek için direnmek; her şey üzerine üzerine gelirken gülümseyebilmek güzel. Ama kendini kandırmamak en güzeli. Pamuk ipliğine bağlıysa mutluluğun, her an yıkılacaksa duvarların bunu bilmelisin. Aksi halde oyalanır durursun kendini korumada sanarak. Lakin gün gelir Odabaşı'nın "Derken bir Ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır." dediği gibi bir esinti -ki muhtemelen sen sebep olmuşsundur ortaya çıkışına- seni döve döve döve... Ne duvar kalır önünde ne mutluluk ne de seni ayakta tutan koltuk değeneklerin. Olup biteni anlamakta zorlanırsın oysa çok basittir her şey. Hiçbir zaman sandığın kadar güçlü olmamışsındır. Zaaflarını kabul etmediğin müddetçe olamazsın da.

İnsan doğasına dair onlarca teori var beynimin kıvrımlarına sıkışmış ve zamanı geldiğinde görücüye çıkmayı bekleyen. Hangi kaynaktan beslenirse beslensin hepsi aynı yere çıkıyor, biliyorum bunu. Kabulleneceksin. Başına gelene isyan etmeyeceksin. Hakedip haketmediğini sorgulamayacaksın. Nerede hata yaptığını bulmaya çalışıp aynı hataya bir daha düşmemek için elinden geleni yapacaksın ama hata yaptığın için kendini suçlamayacaksın. Bileceksin hata yapma hakkın olduğunu, beşerin şaşar olduğunu bileceksin. Hatta aynı hatayı ikinci, üçüncü, beşinci, onuncu defa yaparsan dahi kendine eziyet etmeyeceksin. "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." Boşa değildir bu söz, düşüneceksin.

Ne diyorum Allah aşkına?

"Kore dağlarında tabakam kaldı
Mapus damlarında özgürlüğüm."

Gidiyorum anam.

Hal Bilmezem

Hey! Özledin mi beni? Bayağı oldu ha görüşmeyeli, ne dersin?

Efendim, Bursa'ya gittim, annemi gördüm. Sağlığı yerinde çok şükür. Yaşlılıktan olsa gerek, çalışınca ağrıyor bacakları. Dinlendiğinde bir şeyciği kalmıyor. Dün hastahaneye yattı, kontroller yapılıyormuş şimdilik. Ben anlamam ama etraftakiler bel fıtığından şüpheleniyorlardı, bakalım doktorlar ne diyor.

Sabah beri ders çalışıyorum. Üç tane makale bitti, iki tane daha bitirmem gerekiyor bugün. Gerçi biri Türkçe olduğu için çok zorlamayacaktır ama o da hayli uzun. Bakalım bitirebilecek miyim? Bitiremezsem yarınkileri daha hızlı okumam gerekecek ki onlar da uzun. Of, zamanında çalışmazsam olacağı bu. Vizeden sonra düzenli olarak okumayı neden bıraktıysam artık. Kafama sıçayım kendimin.

Bir haftadır inanılmaz neşeliyim. Öyle güzel bir enerji var ki üstümde elim ayağım durmuyor hiç. Aslında bir yandan da korkuyorum, hayra alamet değil gibi geliyor. Ne var ki bunları düşünerek kendimi yoracak değilim. Keyfim yerinde ve gelecekte neler olabileceğini düşünerek bu keyfi kaçırmak istemiyorum.

İstiyorum ki birkaç da düşünce yazayım ama aklıma bir şey gelmiyor şimdi. Eğer söyleyeceklerim olursa bir kez daha yazmayı denerim bu gece. Şimdilik sevenlerimin gözlerinden öpüyorum.

Sağlıcakla kal!

Yarın Yol Var

Bursa'ya gideceğim yarın, nasipse. "Durup dururken Bursa'ya gitmek de nereden çıktı?" deme! Annem yola çıkmış bugün, sabah İnegöl'de olacak. Ben de kısmetse akşama. Annemin yola çıkma nedenini soracak olursan, doktora gitmek için derim. Ha "Artvin'de doktorların suyu mu çıktı?" hiç deme, o muhabbete girmek istemem. İki hafta Şavşat'ta kalmıştı iğneler için. Anlaşılıyor ki toparlayamamış, biraz da babamın itelemesiyle olsa gerek Bursa'ya gitmeye ikna olmuş. Onu görmeye gideceğim ben de. Perşembe gece binip, Cuma sabahı da İzmir'e dönmeyi düşünüyorum. Vesselam iki gün yokum buralarda. Bu süre zarfında herkesi önce Allah'a sonra kendisine emanet ediyorum.

Yatmadan Önce... Yok Fırça Darbesi Falan

Geçen hafta uzun zaman sonra sinemaya gittiğimi söylemiştim. Sinemadan önce yemek yediğimizi söylediğimi ise hatırlamıyorum. Yanlış bir cümle oldu az önceki, şimdi fark ettim. Bir şeyi söylediğimi hatırlamamak için birisinin onu söylediğimi öne sürmesi gerekirdi ki böyle bir şey olmadı. Öyleyse doğrusu "Sinemadan önce yemek yediğimizi söylemediğimi hatırlıyorum." olacak. Lakin bu da kulağı tırmalıyor. Her neyse, kafa ütülemenin anlamı yok. Mevzuya geliyorum.

Sinemaya dört kişi gittik. Yemekte de dört kişiydik. Arkadaşlardan birini daha o gün tanıdım. Hoş, sempatik birisi. Çabuk ısındık birbirimize. Yok, ısındık demeyeyim. Yeni tanışmış gibi değildik diyeyim en iyisi. (Bugün cümlelere taktım anlaşılan. Hayırdır inşallah.) Dostumla ben pizza aldık, arkadaşın biri yemedi, diğeri de makarna aldı. Ben pizzayı plastik bıçakla kesmeye çalıştığım için biraz zor oldu yemek. Bunca yırtındığımı gören yeni tanıştığım arkadaşım "Ne kadar uğraştın ya, al eline ye." deyince nereden estiğini bilmediğim bir cevap verdim. Pizza bizim kültürümüze ait bir şey olmadığı için parmaklarımla yiyemiyordum; onun yerinde pide ya da lahmacun olsa hiç bu defa çatal bıçak kullanmazdım. "Amma çok düşünüyorsun sen ya. Nasıl yaşıyorsun böyle?" gibisinden bir şey söyledi o da. Doğrusu söylediğime kendim de inanmamıştım ama altta kalmamak için cevaben "Ben önce düşünüp sonra yapmıyorum. Önce yapıp sonra neden yaptığımı düşünüyor ve buluyorum." dedim. İşte buna söylediğim anda inandım.

Hakikaten hep böyle oldu benim hayatım. Önce birşeyler yaptım, çoğunlukla neden yaptığımı bilmeden. Sonra yaptıklarımı düşündüm ve neden yapmış olabileceğimi bulmaya çalıştım. Kendi kendimi analiz ettim vesselam çoğunlukla. Davranışlarımın sebeplerini başkalarına söylediğimde beni çok kontrollü yaşayan biri zannettiler oysa aksine çok zaman bilinçaltımın yönlendirmelerine göre hareket ettim.

Bilinçaltı demişken, korkularımı da bilinçaltıma yapmış olduğum bu seyahatler sonrasında keşfettim. Yoksa kimse çıkıp bana "Hey dostum, senin boy kompleksin ilk aşkınla ilgili kötü tecrübenden ileri geliyor." demedi. Bu sonuca bizzat kendim, kendimi analiz ederek ulaştım. Elbette bu analizi yapabilmek için bir yerlerden yardım almışımdır. (Cümlenin -miş'li geçmiş zamanda kurulması nerelerden yardım aldığımı bilemiyor oluşumdan, alıp almadığımdan emin olmadığım için değil.) Yine de yardım almam sonucu bulanın ben olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Tıpkı bulduklarımı başkalarıyla paylaşmaktan çekinmediğim gerçeğini değiştirmediği gibi.

Vardığım sonuçları paylaşırken niyetim ne kendimi ne kadar iyi tanıdığımı göstermek ne de kendimle yüzleşebilecek ve bunu çekinmeden söyleyebilecek kadar cesur olduğumu ima etmek niyetindeydim. Bunları söylemem bazen karşımdaki insana güvenmemden, bazen onu rahatlatmak için söylemek zorunda olmamdan bazen de saklanacak bir yanı olmadığını hatta eğlenceli olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu.

Bundan sonrasını yazacak olursam söylenmeye başlayacağım ki şu an hatta hiçbir zaman bunu yapmak niyetinde değilim. Bu nedenle susuyorum.

Herkes kendine iyi baksın. Mümkünse Candan'ın şarkısını da söylemesin kimse bu cümleyi kurdum diye. (O kendini biliyor.)

Öpüyorum yanaklarınızdan, ikişer kez hem de. (Bugün bir yanak eksik kalmıştı, çifter çifter alıp tamamlayacağım artık.)

Leyla

Bugün, tatilden döndü Şirine. Gelir gelmez aradı beni, çıktık bahçeye. Nasıl da özlemişim onu. Kaç zaman olmuştu sohbet edemeyeli? Hatırlayamıyorum.

Önceki gece yaptığım İnciraltı kaçamağının ardından dün de Güzelbahçe'ye attım kendimi, yine tek başıma. Bu defa gündüzdü ve yanımda kitabım da vardı. Okudum ve yürüdüm bol bol.

Bıcır geleceğini söylemişti ama gelmedi gece. Hastaydı dün, inşallah bir sorunu yoktur.
İnanılmaz huzurluyum iki gündür. Yeni şarkım, yeni halim.

"Kar yağıyor bu gece
Öyle beyaz ki şehir
Anlamak bir ömür sürer
Hayat niye kirlenir"

Uykum var.

Gözden Uyku Akarken

Uykum var ve kitap okumak istiyorum. Yine de akşam yazmayı deneyeceğim dediğim için kendimi borçlu hissedeceğim düşüncesiyle klavyenin başına oturdum.

Akşam on buçuktan sonra dışarı çıktım, sahile indim. Tek başıma, kulağımda Ahmet Kaya, Ezginin Günlüğü ve Metin-Kemal Kahraman şarkıları yankılanırken kah oturdum kah yürüdüm kıyı boyu. Yurda geldiğimde hayli keyiflenmiştim.

Kıyıda otururken her yalnız kaldığımda yaptığım gibi kadınları düşündüm. Tamam, abarttım. Her yalnız kaldığımda kadınları düşünmüyorum. Ama hayatın içinden şeyler dolaşıyor zihnimde ve hepimizin malumu olduğu üzere aşk burada hayli yer tutuyor. İşte tam da aşk ve kadınlar ikilisi üzerinden giderken bir yerde tıkandığımı hissettim. Düşündüm ve buldum: yanlış yaştaydım. Yaşıtlarımın bir çoğu -hele kızlar- hala aşka inanıyorlar. Bu durumda daha önceleri formaliteleri bir kenara bırakıp bacaklarının güzel olduğunu söyleyebileceğim birilerini istediğimi söylesem de akranlarım arasından böylesini bulmamın çok zor olduğunu anladım. Hala o formaliteleri yerine getirmek ve karşımdakini aşkıma inandırmak zorundayım. İnanmasa dahi inanmış gibi görünebileceği kadar uğraşmalıyım en azından. Ne yazık ki bununla hiç uğraşamayacağım. Aşka inanmayacak kadar yaşı kemale ermiş kadınları etkileyebilecek hiçbir özelliğim de olmadığına göre ben bir müddet aşk, meşk ve bilhassa seks hayallerimi ertelesem iyi olacak. Zaten senelerdir ertelediğim için zorlanacağımı sanmıyorum.

Neyse, boşverelim hatunları. Uyku bastırdı iyice. Yazdıklarımı hala görebiliyorken veda etsem iyi olacak.

Sevgiyle kalın.

Yatağını Yorganını, Çeyizini Bohçanı

İki gün olmuş yahu yazmayalı buraya. Hatırlatsanıza arkadaşlar, unutuyorum arada bir. Şu iki günde neler oldu düşünüp ona göre bir şeyler yazayım madem.

Altı belki de yedi ay sonra sinemaya gittim Çarşamba akşamı. Özlediğimi fark ettim demek isterdim ama diyeyimiyorum. Yine de değişiklik oldu, güzeldi.

Böyle olmuyor, iyisi mi ben olay anlatmadan yazayım, siz anlayın neler olduğunu.

Birisini hayatından ağrısız sancısız çıkarmak gibisi yok. Kavga etmeden, küsmeden, hatta bir daha görüşmeyeceğinizi ya da çok seyrek görüşeceğinizi dahi söylemeden çekip çıkarmak onu hayatınızdan öyle rahat ki anlatamam. Aslında her şey sıkıldığınız şeyleri yapmak için kendinizi zorlamamanıza bağlı. "İnsan sıkıldığı şeyi yapmak için kendini zorlar mı?" demeyin, zorlar. Daha doğrusu kendini buna zorunlu hisseder çünkü alışmıştır ve bundan vazgeçmek kolay değildir yahut karşısındaki insanı kırmak istemediği için istemeye istemeye devam eder. Her halde olayın sonucu aynıdır aslında. Her şey bir yerde kopar ve daha önceden birikmiş olanların da etkisiyle bu kopuş hayli şiddetli olur. Keşke insanlar birbirlerini tükettiklerini fark ettikleri anda iki yüzlülüğe son verip kendi yollarına gitmeleri gerektiğini bilip ona göre davransalar.

Şimdilik bu kadar söyleyeceklerim. Bu akşam bir kez daha yazmayı deneyeceğim, umarım başarılı olurum. Geçmiş günlerin telafisini yapmak gerek değil mi?

Sevgiyle kalın.

Şiirin Dalga Boyu

Şiir apayrı bir dünya ve anladım ki bu dünyanın kapıları bana sımsıkı kapalı. Ne kadar garip değil mi yazmaya şiirle başlamış ve yedi sekiz yıl boyunca şiirle ilgilenmiş birinin bunları söylemesi. Garip ama gerçek. Anlayamıyorum arkadaşım. Bir şiirin ne anlatmak istediğini anlayamıyorum. Baştan sona bir solukta okuyorum olmuyor; mısra mısra, beyit beyit okuyorum yine olmuyor. Ulan bir de tersten okuyayım diyorum, hiç olmuyor. Buradan da anlayabileceğimiz gibi bazen alışmış götte de don durmadığı oluyor.

Şiiri bir kenara bırakırsak, yazmak için okuma derdi olmadan okumayı özlemişim. Yatağa uzanıp uykuya direnerek okumanın tadını almak ne güzel.

Üniversitenin ana kapısından girip yurda gitmek isteyen biri hafif meyilli bir yoldan geçerler. (Öyle söyledim ki sanırsın yarım saate falan gidiliyor yurda. Yarım saate kampusü dolaşır be insan.) İşte bugün o yolda bir şeyi keşfettim. Kahvaltıda söylediğimde dostum da bana hak verdi. Ne keşfettiğimi size de söyleyeyim de bunca lafın bir anlamı olsun madem. Tam o meyilli yolun başında karşıdan gelen güzel bir arkadaşla karşılaştık. Selam sabah faslından sonra o kendi yoluna biz kendi yolumuza gittik. O kısa konuşma esnasında bu güzel kızımızı eskiden daha uzun boylu zannettiğimi fark ettim. O an iki ihtimal belirdi aklımda. Birinci ihtimal biz yukarı tarafta olduğumuz için göz yanılgısı olduğu ikincisi ise benim kızlara bakışımın değişmesinden ötürü artık kimsenin gözümde yeterince ulaşılmaz olmadığı. Dostumla beraber ikincisinde ittifak kıldık. Ha ulaşılamazlıkla boy arasındaki ilişki nereden geliyor diye soracak olursanız onu başka bir yazıya saklayayım. Sadece bir ipucu, ilk gönül ağırısıyla alakalı bir mevzu. Çocukluktan gelme bir korku ya da sıkıntı diyelim.

Not: Dün gece ilk defa biri günlüğüme sadece iyi geceler diye yorum yazdı. Değişik geldi birden. Teşekkür ediyorum kendisine.

Bugünlerden Bir Bu Gün

Uyanıyorsun. Gözlerini açtığında odaya dolan ışığı görüyorsun. Gördüğün ışık değil aslında, ışığın sana gösterdikleri ve sen sadece odana ışığın dolmuş olduğunu bildiğin için onu gördüğünü sanıyorsun ama bunun farkında değilsin ki farketsen de pek önemsemiyorsun. Güneşin doğmuş olması sana yetiyor zira. Hele bir de deniz manzaralıysa odan ve hava günlük güneşlikse güne normalden biraz daha iyi başlıyorsun muhtemelen.

Eğer seni içerde tutan bir işin yoksa kendini dışarı vuruyorsun, ama zorunluluktan ama isteyerek yahut hem zorunluluktan hem de bu zorunluluğun dışarı çıkmayı istemene engel olmasına izin vermeden. Eline kitabını alıp kendini sahile vuruyorsun mesela. İçinden dostlarını görmek geldiyse telefonuna sarılıyorsun ya da onları görebileceğin yerlerde dolaşıyorsun. Her şey senden yana bu gün, her şey senin istediğin gibi gidiyor.

Sonra, sevdiğin birini görüyorsun. Sevdiğin ve üzülmesini istemediğin birini. Selamlaşıyor, oradan buradan konuşuyorsunuz. Bir gariplik olduğunu seziyorsun tavırlarından ama üzerine varmıyorsun çok fazla; çünkü biliyorsun insanlar sıkıntılarından bahsetmeyi her an istemeyebiliyorlar. Kaldı ki sen dostlarına yalnızca onların anlattığı kadarını dinlediğin ve daha fazlasını istemediğin için yakın olduğuna inanıyorsun. Saatlerce sohbet etseniz dahi sorunlarına dokunmadan geçebiliyorsunuz. Şu veya bu vesileyle ayrıldığınızda içinde bir burukluk oluyor. Günün geri kalanını bir “acaba”yla geçiriyorsun. Sorman gerekir miydi, bilmiyorsun. Sormanın daha iyi olup olmayacağı hakkında ise hiçbir fikrin yok. Sonra...

Sonrası da öncesi gibi hayatının bir parçası. O gün yaşadıklarının hepsini unutabildiğin gibi anı anına hatırlayabiliyorsun da. Aylar sonra o sevdiğin insanı görüp “Senin o gün canın sıkkındı değil mi?” diyebiliyorsun. Belki de hiç oraya kalmadan o akşam olağan ya da hiç olmadık bir şekilde canının neye sıkıldığını öğreniyor ve seninle birlikteyken vaktinin iyi geçtiğini umarak meseleyi kurcalamadığına pişman olmadan, gönül rahatlığıyla uykuya dalıyorsun.

Yoruldum Her Bulduğumda Kaybetmekten Seni

Bitti ama ben de bittim. Şarkı da tam üstüne geldi, günaydın bittim ben. Abartmaya gerek yok aslında, bitmiş falan değilim. Hatta birkaç sayfa kitap okuyabilecek kadar iyiyim. Kaldı ki ne günaydın denebilecek bir saatte yazıyorum bu satırları ne de Yalın bittim ben diyor.

Şimdi, müsaadenizle sevincimle baş başa kalmak istiyorum. Sabahki derse gitmek zorunda olduğum için biraz kitap okuduktan sonra yatmayı düşünüyorum. Yarın çok yoğun bir gün olacak.

Sağlıcakla kalın hepiniz.

Not: Başlığın yazıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Tarkan çalıyor, içimden geldiği için yazdım.

Kapı Menteşe

Çok az kitap okudum bugün, elli sayfa bile değil belki. Hiç içimden gelmedi ama, nedendir bilmem. Telafi ederiz artık bir gün, nasıl olacaksa o?

İki sayfasından daha kurtuldum ödevin. Geriye iki-üç sayfalık bir kısmı kaldı. Bir kısmı benim yorumlarımı içereceği için daha çabuk geçebileceğimi zannediyorum. Bu durumda yarın akşama bitmesini umuyorum, hayırlısı bakalım.

Bugün sevdiğim bir insanla arkadaşlığımızı perçimledik. Daha evvelinden benim yaptığıma benzer bir şeyi bu defa o bana yaptı. O biraz kızgın, ben biraz üzgün; böyleydi ahvalimiz. Sonra konuştuk, anlaştık. Yine eskisi gibi ben onu anlaşıyorum o da beni anlaşıyor. Yanlış anlamalara mahal vermeyelim, anlaşmaklı falan değiliz. (Anlaşmaklı, evet.)

Acıktım ben, bir şeyler atıştıracağım. Nazan da sıkmaya başladı artık, müziği değiştirsem fena olmayacak.

İyi geceler herkese. (Hepiniz gece okuyun bunu tamam mı?)

Acıkmalıyım, Acıkmalısın, Acıkmalılar

Sıkıntıdan yemek yiyesim geliyor yahu! Acıksam da kurtulsam. Yaz yaz bitmiyor ki ödev. Yanlış oldu, yazmadan bitmiyor. Dördüncü sayfanın başına anca ulaşabildim. İşin en kötü yanı neyi yazıp neyi yazmayacağıma karar verme kısmı. Anlatılacaklar o kadar bölük pörçük ki birine değindiğinde diğerine de değinmek zorunda kalıyorsun çünkü hepsi yaklaşık önemde. Elbette tersi için de aynı durum söz konusu yani birinden bahsetmezsen diğerinden de bahsedemiyorsun. İlk durumda çok uzun ikinci durumda çok kısa bir yazı çıkacak ortaya ki ödevin çok keskin olmasa da alt ve üst sınırları var.

Acıkıyorum galiba yavaş yavaş. Hadi hayırlısı bakalım.

Bir İleri İki Geri Birilerinin Elinde İpleri

Tahmin ettiğimden daha erken kalkmadım ama tahmin ettiğimden daha az uyudum. Yatmadan önce sorsaydı birisi kaç saat uyuyacağımı tahminim sekiz on saat arası olurdu ama kaçta kalkarsın dense 11 civarı diye tahmin ederdim. Yattığımda saatin dört buçuk civarı olduğunu düşünürsek tahminlerdeki tutarsızlık kendisini belli eder, ilk cümledeki çelişkiyi de ortadan kaldırır sanırım.

Kalktığımdan beri neredeyse hiçbir şey yapmadım. Ödeve bir cümle daha ekledim. Ne kadar büyük bir şey değil mi? Beş-on sayfa kitap okudum ve ekmek aldım. Geri kalan zamanda ne yaptığımı gerçekten bilmiyorum.

Bulamadım söyleyecek başka bir şey. Şu ödevler bitse de arada bir ufak çaplı tespitler falan da aktarsam. Sıkıcı olmaya başladı böyle günlük işleri geçirmek. Gerçi adı günlük bunun, günlük olaylar yazmakta gariplik yok ama onun da orjinal bir yanı yok.

Hadi kaçtım ben. Kahvalı yapayım da bari ondan sonra ödevle ilgileneyim. Tembellik etmekle bitmeyecek çünkü.

Maça Doğru

Şortumu giydim, maç saatini bekliyorum. Şaka, şaka. Şort falan giymedim. Bu bacaklarla şort giymek de ne komik olur be. Pijama üstüne giyilmiş gibi, düşünsenize. Boşverin, düşünmeyin en iyisi. Ben düşündüm, fena oldum. Kaldı ki maç saatini beklediğim falan da yok. Söz verdik bir kere, oynayacağız. O zamana kadar da ödevle ilgilenmeye çalışıyorum işte. Bugün dışarda çok oyalandım, biraz daha kasmam gerek galiba.

Öyle işte. İçimden bi selam vermek geldi. Gidiyorum şimdi.

Kendine dikkat et tamam mı yavrucuğum.

Görüşürüz.

Aç Karnına Çikolata

Hayırlısıyla ödevimizi yazmaya başladık. Gerçi henüz yarım sayfa bile olmadı ama olsun. Başlamak bitirmenin yarısıdır düsturuyla yola çıkarsak ödeve başlamak için okumaya başladığımda ödevin yarısını bitirdiğimi, okumaları yaptığım için kalan yarının yarısının da bittiğini, şimdi yazmaya başladığım için geriye kalan çeyreğin de yarısının bittiğini düşünürsek ödevin sadece sekizde biri kalmış demektir ki başladığımdan bu güne geçen beş günlük sürede yedide birini bitirdiğime göre kalan kısmı bir günde bitirmem işten bile değil. Nah değil! Kendimi kandırmayı bırakırsam ödevin üç gün içinde biteceğini tahmin ediyorum. Bu arada TQM ödevini de halletmem gerekecek elbette ama onun için üç dört saat yeterli olacaktır. Bir saat kadar da slaytlar için versem beş saat. Umarım araya HRM ödevi de girmez çünkü onu bir güne anca hallederim. Her neyse, kafa şişirmenin alemi yok. Bitince sevinç nidaları eşliğinde buraya yazarım nasılsa.

Efendim henüz kahvaltısını yapmamış aç bir birey olarak yazıyorum bu satırları. Aç olduğum için kafam fazla çalışmadı ve ödevi yazma işini bıraktım. Ha neden ödevi bıraktım da buraya yazıyorum, inanın bilmiyorum. Birazdan kalkıp bulaşıkları yıkar sonra kahvaltı hazırlarım. Kıçını devirmiş yatan oda arkadaşımı da uyandırabilirsem değmeyin keyfime. Maksat puştluk değil elbette, hem o kahvaltı yapsın da doysun hem de ben yalnız başıma kahvaltı yapmaktan kurtulayım. Fena mı yani?

"Özgürlük caddesinde bir tramvay olsaydım
Asılsaydı çocuklar iki yanımdan."

Uyuyan güzelin alarmı çalıyor. Ne neşeli bir bir müziktir bu ya. İnsanın içini açıyor sabah sabah. Tabi her sabah duyunca sinir bozucu olabiliyor ama olsun. Güzel müzik. Alarm seçimi için kutluyorum kendisini. Bir de uyansa... Hayır, tam süper falan olmayacak. Benim gibi birinin kullanamayacağı kadar sıradan bir ifade bu. Avamdan olamam, imkanı yok. Yahu zorlamayın, kullanmam diyorum. Elitistim, ne var? Bak hala...

Anlaşıldı, bu böyle olmayacak. Karnım guruldamaya başladı. İyisi mi ben ağır ağır kalkayım da bulaşıklarla cebelleşmeye başlayayım.

Kahvaltıya beklerim kuzucuklar. En azından bi çayımı içersiniz.

Fazla bekletmeyin darılırım.

Yorumları da Bir Garipmiş Buranın

Stajyer'in uyarısı üzerine baktım ve "X* YORUM" linkinin yorum yapmayı akla getirmediğini fark ettim. Ona bir ayar çektikten sonra deneme yapayım dedim, yorum meselesine de açıklama getirmek gerekebileceğini fark ettim çünkü yorum sayfası değişik biraz. Çok fazla opsiyon sunmuşlar, karışık gibi duruyor. Şimdi efendim, yorum yapmak isteyen sevgili arkadaş ve dostlarım ve dahi tanımadıklarım "X* Yorum Var, Sen de Ekle Bir Tane" linkini tıkladıktan sonra önlerine çıkan sayfada "Yorumunuzu bırakın" yazısının altındaki boşluğa yorumlarını ekledikten sonra "Bir kimlik seçin" kısmından "Adı/URL" seçeneğini işaretleyerek sadece isimlerini yazıp "YORUMUNUZU YAYIMLAYIN" butonunu kullanarak yorumlarını gönderebilirler. Dileyenler "İsimsiz" seçeneğini de kullanabilir tabi ama onu tasvip etmiyoruz, yazıcı camiası olarak.

Yapılan yorumları görmek için ise yazının başlığına tıklamanız yeterli. Bu durumda yazı tek sayfa olarak açılacak ve altta yorumlar yer alacaktır.
İşte böyle sevgili izleyenlerim. Programın hazırlanmasına ilham verdiği için sevgili Stajyer'e teşekkürlerimi sunuyorum. Bir başka "Nafile'den Tarifler" programında görüşmek dileğiyle hepinize mutlu günler diliyorum.

* X yorum sayısını belirten değişkendir. Değişkenin ne olduğunu anlatması için sizi Şirine'ye havale edebilirim.

Misafire Çay Yok mu?

Bundan sonra buralardayız. Gerçi tek başına nafileyi bulamadık ama idare edeceğiz artık.

Görünümle ilgili ayarlamaları daha uygun bir vakitte yapacağım, söz veriyorum herkese. Şimdilik başım çok kalabalık.

Öptüm herkesin gözlerinden.

Yirim sizi.