Çalıyı Dolanmaca

Bildiğiniz üzere sevgili dostlar (kimsiniz siz sahi) kendime bir özel alan alıp yayına oradan devam etmeye karar vermiştim. Sonra fark ettim ki bizim pek muhterem yasakçılarımız sadece alan adını değil blogger'ın yönlendirdiği ip'leri de engellemiş. Ne yapsak ne etsek diye aranırken bugün bir blogda şöyle bir çözüme rastladım. Artık hiçbir ayarlamaya gerek olmadan www.nafileden.com adresinden buraya erişilebilecek. Sıkıntı şu ki başında www olmayınca olmuyor. Ne yapalım, öyle idare edeceğiz bir süre. Ta ki şu gerizekalıca yasak kalksın.

Öyle işte.

.

Bugün kafam çok bozuk. (Ne zaman değil ki amına koyayım!) Bugün bir başka bozuk ama. Hem canım sıkkın hem kafam bozuk hem de kendimi aciz hissediyorum. (Belki öyle olduğun içindir götünü siktiğim!) Küfredip durma. Şurda insan gibi bir şey anlatmaya çalışıyoruz. Dinleyeceksen dinle dinlemeyeceksen siktir git. Aferin!

.

Gece kendine verdiğin öğüdü sabah buraya yazınca işte böyle moralin bozuluyor. Gerçeklerle yüzleşmek gündüzleri daha mı zor oluyor yoksa meşgul olunacaklar fazla olduğu için mi böyle olduğunu sanıyorum acaba?

Gece Uyumadan Önce Kendime Verdiğim Öğüttür

Elinden gelmeyen, altından kalkamayacağın işleri bırak da yapman gerekenlerle ilgilen. Tezini yaz. Varsın iyi olmasın, düzeltme alsın, hatta kabul edilmesin ama Mayıs sonunda teslim edebileceğin, jüriye girebilecek bir tezin olsun elinde. Buradan kurtulmak için bir ihtimalin olsun. Başvuru için araştırma önerisi konusu düşün. Araştırma yapacak mecali bulamasan bile kendinde, neler yazabileceğini kafanda canlandır. Derginin yeni sayısı için uğraş. Görüşmediklerinle görüş. Sana gelmelerini bekleme, sen git. Zaten çıkaracağın tek sayı budur herhalde. Bir de şu gönül meselelerini bir kenara bırak. Bu işlerde becerikli olmadığını seneler evvelinden beri biliyorsun. Yolunun kaba hatlarıyla çizilmiş olduğunu ve bunun dışına çıkmanın pek de muhtemel olmadığını iyi biliyorsun. Boşuna uğraşma. Kafanı fazla yormadan önündeki boku ye. Yarın öbür gün, hayatını biraz düzene soktuğunda sözüne güvenilir tanıdıklardan (arkadaş olur, akraba olur, güvenilir olsun yeter) birinin tavsiyesiyle tanışacağın, senin ayarında -gözünü diktiğin gibi yükseklerde olmayan- helal süt emmiş biriyle bir yuva kurarsın. O zamana kadar biraz daha olgunlaşmış olursun ve mutlu ve huzurlu olmasa da ayakta kalan bir evliliğin olur. O vakit gelinceye kadar da... Neyse, oralara girmeyelim.

Ah Domain Vah Domain

Kaç zamandır aklıma olan bir şeyi şu meşhur blogspot erişim yasağı dolayısıyla yaptım. Blog için bir özel alan adı aldım. Artık bloga eski adresten ulaşılabileceği gibi nafileden.com adresinden de ulaşılabilecek. Zaten bloga girince doğrudan yeni adrese yönlendirmesi gerekiyor.

Ne var ki bu kararı almama (daha doğrusu şimdi almama) neden olan duruma bir katkısı olmadı bunun. Yasak konulduktan sonra dikkatimi çeken bir şey abc.blogspot.com tipindeki adreslere erişilemezken blogger tabanlı hazırlanan abc.com tipindeki sitelere ulaşılabilmesiydi. Ben de hem uzun süredir aklımda olan niyetimi gerçekleştirmek hem de üç beş okuyucum varsa onları kaçırmamak için alayım kendime bir özel alan adı diye geçirdim içimden. Aldım lakin hala erişilmiyor. Anlamadım bu ne iştir.

Neyse, öyle işte.

Ek: Sanırım zaman meselesiymiş. Proxy siteleri vasıtasıyla erişebiliyorum fakat doğrudan erişemiyorum henüz. Kontrol panelinden ulaşmaya çalışırken de taşınıyor vb. bir uyarı veriyor. Du bakali n'olcek!

Ek 2: Şimdi başka sitelere de baktım da, sanırım genel bir sıkıntı var. Blogger altyapısını kullanan özel alanlara da ulaşılamıyor. Yasak ilk başladığında durum böyle  değildi. Biraz kurcalayalım bakalım bir çaresi var mıymış?

On Beş

Haysiyetsiz insanlar her yerde var. Sorun haysiyetsiz insanlarla muhatap olmak değil. Sorun haysiyetsiz insanlarla muhatap olduğunuzda hak ettikleri cevapları verememek. Susmak, konuşmaktan korkmak, kendini tumak zorunda hissetmek. Haklı olmanın gururunu ve cesaretini zayıf olmanın korkaklığına yenik düşürmek. Korkaklığın cesarete galebe çalması. Benim zoruma giden bu.

.

Ben sıradan bir adamım, bunu kabullenmem gerekiyor artık sanırım. Ya giderek sıradanlaşıyorum ya da gittikçe sıradanlığımın farkına varıyorum. Eskiden farklı mıydım? Bunun bir önemi var mı? Hala insanların normal karşılamadığı davranışlarım var, bunu biliyorum, lakin...

.

Bugün Sherlock'un ilk bölümünü izledim ve şuna kanaat getirdim ki bir yapımda Steven Moffat'ın parmağı varsa izlenir arkadaş.

Not: Farkındayım, buraya pek yazdığım türden değil ama Facebook ve Twitter'ı kapatınca böyle oldu. Zaten kendi kendime konuşuyor gibiyim burada, garip olmuyor o yüzden. Hoş garip olup olmamasını da çok takmıyorum ya, neyse. Aha! Yine başladık.

On Dört

Bir insanın "availablity"si (uygunluk mu diyor siz Türkler?) kendisine bakışımı bu derece etkiler mi? Bakıştan kastım kelimenin gerçek anlamı. Sevgilisi yokken gözüme güzel görünen kızların sevgilisi olduğunda bir anda çirkinleşiveriyorlar. Tam tersi de oluyor. Hiç dikkatimi çekmeyen kızların sevgililerinden ayrıldığını duyunca böyle bir güzel görmeye başlıyorum onları. Erkeklerde böyle bir şey olmuyor mesela. Bir erkeğin tipi benim gözümde sevgilisinin varlığına ya da yokluğuna göre hiç değişmiyor. Bu da erkeklere ilgi duymadığımın bir kanıtı sayılabilir. (Ulan nereden girdim nereye çıktım. Allah beni davul etmesin e mi!)

Yanlış Yaşamak

"Ölüversek mi ne
En büyük yanlışlığı benimseyerek"

Son günlerde aklımda hep bu iki dize. Gittikçe yaşama sevincimi kaybediyorum. Acaba yanlış mı yaşıyorum?

İstemeeem!

Bazı şeyleri istemeyi istemiyorum. Anladın sen onları.

Soru

Bazı şeyleri ben dahi hak etmiyorsam -ki tanıdığım en mükemmel insanım- başkalarının hak ettiğini neden düşünüyorum? Biri bana bunun cevabını verebilir mi?

On Üç

Bazen ölmek istiyorum. Daha doğrusu ölü olmak. Kendimi öldürmek de olabilir, emin değilim. Bir yerlere çarpıp parçalanmak istiyorum. Buldum, bir yerlere çarpıp parçalanmak ama ölmemek istiyorum. Sadece madde aleminden kendimi soyutlayabilme şansı istiyorum. Dilediğim zaman insanların arasına karışabilmek ama arada sırada uzaklaşabilmek. Bu da çok konformist oldu galiba. Ben sadece insanların salaklıklarına ve bunun karşısında hiçbir şey yapamamaya tahammül edemiyorum. Yine de onları seviyorum. Bir kısmını en azından. Yoksa sevilmek mi istiyorum? Bir kısmı tarafından en azından. Yok, sanmıyorum. Hepsi tarafından sevilmek istiyor olabilirim. Düşündüm ve karar verdim. Sevmediğim insanlar tarafından sevilmek istemiyorum.

On İki

Hadi bakalım gece gece vicdan muhasebesine.

Bazı filmlerin bende yarattığı etkiden hoşlanmıyorum. Kızdığım, üzüldüğüm, hoş olmayan şeyler hatırladığım için falan değil. Beni düşündürdüğü için. Beni kendim, aniden bir yerlerden fırlayan hislerim hakkında düşündürdüğü için sevmiyorum bazı filmleri. Match Point'te bu olmuştu. Ana karakterin (erkek olan) yakalanmaması beni rahatlatmıştı. Oysa ki suçluydu. Hem birilerini aldatmış (eşini ve sevgilisini) hem de birini öldürmüştü. Bunlardan paçayı sıyırmasıysa beni rahatlatmıştı. Sevmemiştim bunu. Suçu Woody Allen'ın başarısına atıp işin içinden sıyrılabilirdim. Hatta başarısız dahi olsa ana karakterle kendini özdeşleştirme sorununa dayanarak kendimi rahatlatabilirdim. Nitekim yaptım da. Yaptım ama yine de zaman zaman kendime dönüp aynı soruyu sordum. Chris Wilton'ın (Jonathan Rhys Meyers'ın canlandırdığı karakter) kurtulmasına sevinmemeli miydim? Cevabım her defasında aynı oldu, evet!

Bir de ilginç bir huyum var, daha önce buralarda bahsetmiştim diye hatırlıyorum. Bir filmi izlerken ya da bir kitabı okurken başıma gelse utanç duyacağım şeyler olunca o kısımları atlayasım, o esnada başka şeylerle ilgilenesim, bırakıp daha sonra tekrar okuyasım/izleyesim geliyor. Aynı şekilde devam edemiyorum. Vicdanımla başbaşa kaldığımı hissediyorum öyle anlarda ve hiçbir şey olmuyormuş gibi davranmak beni rahatsız ediyor.

Ne var ki bu vicdanla başbaşa kalma meselesinde çelişik bir durum mevcut.

Şimdi Little Children'ı izlerken bunu daha iyi anlıyorum. (Yine yazma üşengeçliği çöreklendi üzerime, fazla uzatmayacağım.) Eşlerini aldatan bir kadın ve bir erkek, bir internet sitesinde gördüğü kıza saplantısı olan bir koca, çalışan ve evini geçindirmeye uğraşırken eşinin sınavlarını geçip avukat olmasını bekleyen bir kadın (hikayemizin masum kişisi gibi duruyor şimdilik -film daha bitmedi) filmin ana karakterleri. İşte ben bu filmi izlerken bazı sahnelerde yukarıda bahsettiğim fiillerden birini yapıyorum. Fakat nedense bunu yaptığım sahneler aldatan kişilerin yakalanma ihtimallerinin olduğu, saplantılı kocanın mastürbasyon yaparken eşine yakalandığı gibiler oluyor. Bunlarınsa benim vicdanımla ilgili olmaması gerekiyor. Başıma gelse kesinlikle utanacağım şeyler fakat kendi kendime hesabını sorduğumda hak vereceğim şeyler değil.

Ben bu çelişkinin altından kalkamıyorum.

On Bir

Bir şey hatırladım şimdi ve yazmadan duramayacağım.

Sana bakarken gözlerim dolardı. Öyle kabarırdı ki yüreğim (bilmem neden) göğsümün kafesini delemediği için herhalde kendine başka bir yol çizer, gözlerimden akardı. Her biri damla damla düşmedi belki, belki bu yüzden bilmedin sen hiçbir zaman, ama... Belki bu yüzden seni unutmak bu kadar zor.