Tutamadım Kaçırdım

Efenim duramadım ve blogla biraz oynayayım dedim. Ne kadardır bu temayı kullanıyorum bilmiyorum ama o kadar hoşuma gidiyor ki hiç değiştirmek niyetinde değilim. O kadar güzel, temiz, göz yormayan bir yapısı var ki... Temayla oynayamayacaksam bir şeyler koyayım dedim. Ne koyayım ne koyayım? Dedim neredeyse herkesin var, ben de bir izleyiciler gadget'ı koyayım. Koydum efendim. "Düş Peşime" iddialı bir başlık oldu ama aklıma başka şey gelmedi. Bakalım, değiştirim belki ilerde. Bir de anket ekleyeyim dedim. Soru sorayım cevap alayım. Hem iğrenç esprilerimi de saçacak bir mecram olur işte fena mı? Onu da yaptım. Oylarınızı bekliyorum.

Vatana millete hayırlı olsun.

+18 (Ağır Küfür, Sakıncalı İçerik)

Çok pis küfredesim var. Öyle böyle değil ama, böyle ana avrat soy sop dümdüz gidesim var. Kime mi? Öyle ortaya, ulu orta sövesim var. Niye mi? Bilmem. Yani niye küfredesim var onu bilmem de (çok doldum desem "Kim doldurdu neyle doldurdu ulan pezevenk?" diye sorasım gelir kendime) niye ortaya küfretmek istediğimi bilirim. Bugün ortaya küfretmezsem yarın birine küfredeceğim. Bugün ite kopuğa, şerefsize pezevenge, götünü siktiğimin kalantoruna, ağzına sıçtığımın yalakasına, götünde at tepinesi puştuna, amına otobüs giresi kancığına (böyle gider bu liste) sövmezsem yarın sana söveceğim, ona söveceğim, buna söveceğim.

Topumuzun ağzına sıçayım zaten.

Modern Mahrem

Bugüne değin hep romanlardan bahsettim. İlk kez bir bilimsel yayının sözünü edeceğim burada. Ne ki Modern Mahrem benim için bir çeşit roman da sayılır. Memleketin değer verdiğim sayılı sosyologlarından Nilüfer Göle Modern Mahrem'de örtünmenin romanını anlatıyor gibi. Bunu hem çalışmadaki tarihselliğin bir nevi olay örgüsü algısı oluşturmasından hem de Göle'nin anlatımının bilimsel yayınlarda pek aşina olmadığımız akıcılıkta olmasından dolayı söylüyorum.

Modern Mahrem üç kısımdan oluşuyor (giriş ve sonuç bölümleri haricinde) fakat kitabın hayli uzun da bir önsözü mevcut. Kadına bakışta Doğu-Batı karşıtlığını kısaca özetleyen Giriş bölümünün ardından ilk kısım olan "Batılılaşma'nın Mihenk Taşı: Kadın"da Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kadar geçen sürede batılılaşma ve kadın ilişkisi irdeleniyor. Batılılaşma hareketinin öncülerinin kadına bakışını, kadının toplumsallaşması hususudan yaşanan çatışmaları, Doğu-Batı arasında sıkışmış bir ülkenin aydınlarının görünürlük-gizlilik ikileminde yaşadığı gerilimi okuyabiliyoruz. İkinci kısım "Medeniyet Projesi: Kemalizm" bilhassa erken Cumhuriyet dönemi olmak üzere 1980'lere kadar kadının toplumdaki konumunu inceliyor. Kemalizm'in kadına biçtiği bir yandan özgürleştirici fakat diğer yandan cinsiyetsizleştirici rolü pek çeşitli örnekler ve detaylı analizlerle görebiliyoruz. Kitabın son kısmı olan "İslamcılaşma'nın Simgesi: Örtünme"de ise 1980'lerden sonra görünür hale gelen türban meselesi ele alınıyor. Özellikle üniversitelerde karşılaşılan türban serbestisi dileklerinin toplumsal ve siyasal boyutları, talep sahipleriyle yapılan görüşmeler ve kuramsal yorumlar ile iç içe sunuluyor. Bu kısım bir anlamda ilk iki kısımda sunulan kuramsal ve tarihi temelin üzerine inşa edilen saha analizini içeriyor.

Modern Mahrem'in hayli özgün ve çığır açıcı bir çalışma olduğu su götürmez. Ne var ki, üniversitelerde türban yasağının kalktığı 1990'ların başında yazılmış olması dolayısıyla türbanın tekrar yasaklandığı 90'ların sonları ve AKP iktidarıyla iyice ilginçleşmeye başlayan 2000'li yıllar hakkında yapılabilecek yorumlar okuyuculara kalıyor. Bunu bir eksiklik olarak addetmek, kitabın yeni baskılarında yazarın belki son kısma eklemeler yapmasını ya da yeni bir kısım yazmasını beklemek mümkün mü? Emin değilim. Zira Göle sunduğu tarihi ve teorik altyapı ile Türkiye'de örtünme meselesine dair analizlerini öylesine iyi aktarıyor ki okuyucuya bu yeni dönem gelişmelerini yorumlamada bir hayli kolaylık sağlıyor.

(Sonlara doğru araya dikkat dağıtıcı şeyler girdi. Daha sonra dönebilirdim ama bitirmek istedim. Saçmalamış olabilirim. Affola.)

Önemli not: "Bir Kitap Okudum" etiketiyle yazdığım yazılar tamamen şahsi kanaatlerimi içermektedir. Edebiyatla alakam okumayı seven biri olmamla sınırlıdır. Bu nedenle söz konusu yazılar okunurken edebi eleştiri mahiyeti taşımadıklarının göz önünde bulundurulmasını istirham ederim.

Suçluluk

Suçluluk garip bir şey. Vicdan azabı mı demeliydim yoksa? Kişinin yakasına yapıştı mı bırakmamak için elinden ne geliyorsa yapıyor. Eğer kişi umursamaz değilse -ki ben nasıl umursamaz olunur hiç bilemedim- sebebine ve hissedenine bağlı olarak ömür boyu peşini bırakmayabilir kişinin. Meselenin üzerinden geçen zamanın, muhatabın affının hatta unutmasının önemi yoktur. Biri seni affetse de sen kendini affedemiyorsan kurtuluşun yok bu histen. Ha aslında çoğu zaman tam bir koy götüne rahvan gitsin durumu oluyor ama başta dediğim gibi bunun için kişinin umursamaz olması gerekiyor. Ulan mevzu kapanmış bitmiş, kırdığın üzdüğün insan bırak o olayı belki seni bile unutmuş, daha ne kaşınıyorsun eşşeoğlu eşşek!

Yorum Morum

Anam! Sabah sabah neyi fark ettim. Dört aydan fazladır benim bloga yorum yapan yok lan. Şşşşt! Aloooo! Kimse okumuyor mu burayı? Bir ses verin yahu. Ayıptır. Kendimiz söylüyor kendimiz mi dinliyoruz, n'oluyo?

On Dokuz

Ulan iyice balık hafızalı oldum. Her boku unutuyorum. Aha şimdi de birazdan yazacağım cümleyi nerede duyduğumu ya da okuduğumu unuttum. Dünkü kitapta mıydı, izlediğim bir dizi ya da filmde miydi? Az zorlasam saksıyı hatırlarım ama onu yapmak zor geliyor. Garip aslında saksıyı zorlamak zor gelmemeli çünkü şu an zorlamamak için zorluyorum. Her neyse. (Yazıyı yayınladıktan sonra not. Saksıyı zorlamak diye bir şey yoktu değil mi? Saksıyı çalıştırmaktı o. Onu da unutmuşum. Ayrıca yazının sonuna değil de ortasına not düştüm. Bu daha önce yapılmış mıydı?)

İşte bu nasıl karşılaştığımı hatırlamadığım cümle hayatta neyi yapmam dediysem hep yaptım hem de uç örneklerinden anlamında bir şeydi. Cümleyi bile hatırlayamadım doğru düzgün. Buna da neyse. Aynı biçimde ben de neyi yapmam dediysem, insanların neyi yapmasına kızdıysam hepsini yaptım, yapıyorum. Kime güldüysem ondan daha beter oldum, kime sinirlendiysem ondan kötü oldum, kime acıdıysam ondan acınacak hale düştüm. Şimdi de hayata hep olumsuz gözlerle bakan ve bunun edebiyatını(!) yapan insanlarla aynı safta duruyorum. Bundan nefret ede ede hem de. Hoş nefret etmemde garip bir şey yok. Ömrü kendinden nefret etmekle geçmiş biriyim ne de olsa.

Huzur

Mahur Beste ile başlayan, Sahnenin Dışındakiler ile devam eden serinin son romanı Huzur. Bu bir nev-i nehir romanda karşılaştığımız kahramanlar Sahnenin Dışındakiler'de gördüğümüz II. Meşrutiyet dönemi kahramanlarının bir kuşak sonrasının, Cumhuriyet Devri'nin insanları. (Mahur Beste'yi henüz okumadım, sanıyorum onlar da Sahnenin Dışındakiler'in bir kuşak öncesinin insanları. Neyse.)

Huzur, adına uygun biçimde kahramanlarımızın huzuru arayışlarının hikayesi. Her şeyin siyasi, her şeyin toplumsal olduğu bir devrin insanlarıyla yavaş yavaş bireyin ön plana çıkmaya başladığı dönemin insanları arasındaki fikri ve ameli zıtlıkların, uyuşmazlıkların ve ortak yanların ince ince işlendiği; bireyselleşmenin bir yanıyla kişiyi özgür kılarken diğer yanıyla nasıl da yalnız bıraktığının okuyucuya aktarıldığı bir roman. II. Meşrutiyet kuşağının iç sıkıntılarını toplumsal alana aksettirerek belki görmezden geldiğini belki de daha "yararlı" bir alana yönlendirdiğini, Cumhuriyet kuşağının ise toplumsal olanı içselleştirmeye başladığını ve sıkıntının çözümünü dışarıda değil kendi dünyasında aradığını görüyoruz romanda. Romanın başından sonuna kadar hakim olan savaş (II. Dünya Savaşı) olasılığının kahramanlarımızın halet-i ruhiyesini derinden etkilediğini, insan ilişkilerine çarpıcı yansımaları olduğunu fark ediyoruz.

Daha söylenecek çok şey var elbette -hatta hiçbir şey söylemiş sayılmam- nihayetinde Türk Edebiyatı'nın köşe taşı romanlarından birinden, Tanpınar'ın belki de en önemli eserinden bahsediyoruz ama beni biliyorsunuz (her kimseniz, her nerede ve nasıl yaşıyorsanız) fazla uzatamıyorum. Demem o ki bulun, alın, okuyun.

Not: İlk kez Türkçe yazılmış bir kitaptan söz ettim. Pek huyum değil. Bakalım devamı gelecek mi.

Önemli not: "Bir Kitap Okudum" etiketiyle yazdığım yazılar tamamen şahsi kanaatlerimi içermektedir. Edebiyatla alakam okumayı seven biri olmamla sınırlıdır. Bu nedenle söz konusu yazılar okunurken edebi eleştiri mahiyeti taşımadıklarının göz önünde bulundurulmasını istirham ederim.