Gitmek mi Zor Kalmak mı Zor?

Muhteremler, malumunuz bir ay evvel bloga anket eklemiştim. Oylama süresi dün doldu, ben de bugün değerlendirmeyi yapayım dedim. Öncelikle zahmet edip oyalayanlara şükranlarımı sunuyorum. Şaka tabii, ne sunacağım. Anket işte, bana bir faydası mı var?

Dokuz kişinin toplamda on üç seçeneği işaretlediği anketimizde en fazla oyu beş adet ile "Hayırlı olsun anket yapmışsın" seçeneği almış. Arkadaşları doğru cevaplarından ötürü kutluyorum. İlk olunca hayırlı olsun denir tabii. Hatta hayırlı olsuna gidilir. Eli boş gidilmez ama! O kadar bekledim bir baklavadır, şekerparedir, kalburabastıdır, lor tatlısıdır, bir şey getirilir diye ama ne arayan var ne soran. Yazdım bir kenara.

"Hicaz makamındaki bu eseri tüm sevenlere armağan ediyorum" diyen iki arkadaşa tüm sevenler adına teşekkürlerimi iletiyorum. Gerçi tüm sevenler bu konuda ne düşünürler bilmem. Seven olmayan birini kendilerinden saymayabilirler. Kendilerinden saysalar da temsilci olarak benden başka birini görmek isteyebilirler. Öyle bir durum varsa tüm sevenlere buradan sesleniyorum: "Temsilcinizi seçin, gönderin. Ne istiyorsa yazsın. İzin vermezsem şerefsizim. Lakin benim gözümün önünde yazsın. Şifre falan vermem ona göre!"

Garsonla anlaşmazlığa düşen "Vişne votka dedik ya be adam"cı arkadaşlar! Boşuna celallenmeyin. Sizin kafa uçmuş, ağzınızdan çıkanla kulağınızın duyduğunun tuttuğunun bir olmadığının farkında değilsiniz. Eyyorlamam bu kadar.

Gelelim ilk iki şıkkımıza. Ankete "Gitmek" seçeneğini işaretleyerek yanıt veren muhteremler, kendinizi kandırmayın. Hayalet diye bir şey yoktur, olsa da görülemez, görülse de alta sıçı... karar değiştirdim sıçılabilir. Rahat rahat sıçabilirsiniz. Belli zaten alışkınsınız. Bırakın lütfen şu ağızları. Yok gitmek zor da, yok efendim hem ayrılmanın yükü hem suçlu hissetmenin ağırlığı, hem kızılıp nefret edilmenin ağırlığı hem vicdan azabı çekilmez de falan da filan. Yemezler anacım yemezler. Zaruri halleri bir kenara koyuyorum (kendinize hemen pay çıkarmayın, zaruri hal onda bir hatta on ikide birdir, gerisi zaruri falan değil) gitmek kalmaktan zor değil arkadaş. Ha kalanlar da yeis bize kaldı diye sevinmesinler. Ne güzel düzeniniz baki ulan işte, ne istiyorsunuz? Zaten sadece bir kişi bu seçeneği -"Kalmak"- işaretlemiş. Aldırma arkadaşım sen de. Giden gitsin sen şarkılar söyle içinden. İçinden söyle ama, sesin çok kötü, sık sık da detone oluyorsun, çekemem.

İşte böyle. Birazdan bir anket daha hazırlıyorum. Oylamayanın elleri kaşınsın. Hadi bakalım!

Arzular Marzular

İstekler ve yükümlülükler arasında kalmak zor iş arkadaş. Sahip olmak arzusu fena. Hani ihtiyacım olduğuna kendimi ikna edebildiğim durumlarda vicdanımı rahatlatabiliyorum da bu olmadığında... Misal geçenlerde temiz bir ayakkabı çektim kendime. Fiyatına bakınca çok bir şey değil elbette ama ihtiyacı olan pek çok kişinin daha önemli masraflarını karşılayabilecek bu meblağı kişisel zevkim için harcamış olmak zor geliyor. Neyse ki ayakkabıya gerçekten ihtiyacım olduğundan bunun gerilimini çok yaşamadım. Aynı şeyi cep telefonu için söyleyemiyorum. Dört yıldır kullandığım telefonum eskidi. Hala iş görüyor ama defaatle düşüp kalkmalar sonucu kapağı hayli açıldı. Ayrıca ahizesinden az ses geliyor. Değiştirilecek hale geldi sayılır. Bak işte bunu bile kesin söyleyemiyorum. Henüz idare ediyor çünkü. Yetmiyor, şimdi telefon alacak olsam aklı başında bir şey almam gerekecek gibi hissediyorum. Hani dört sene sonra da şimdiki telefonumun yaptığı gibi ihtiyaçlarımı karşılayabilmeli. Bu lanet akıllı telefonlar da ucuz değil ki arkadaş. Şöyle eli yüzü düzgün ve uygun fiyatlılardan göz koyduklarım 600-700 lira civarında geziniyor. Van'da deprem oldu, insanlar sokakta yarı aç yarı tok yatıyor, Afrika'da insanlar aylardır açlıktan kırılıyor. Önümüz kurban bayramı, hem bir borç ödenmeli hem bu insanlara yardım etmeli. Hal böyleyken ben nasıl kaldırıp da onca parayı cep telefonuna vereyim? E istiyorum da telefon almayı, düştü bir kere aklıma. Gel de çık çıkabilirsen işin içinden! Ha sözde düşündüğüm onca insanın derdine kıyasla benimki dert mi? Dert dersem çarpılırım ama işte dertsiz adamın derdi de böyle basit şeyler oluyor işte.

Yirmi

Ben sende cesareti yitirdim. Yüzünü ilk kez gördüğüm gün yüreğime ilk çentiğin atıldığı gündü. Gözlerine ilk kez baktığım an aklımın başımdan gittiği andı. Ellerimi son tuttuğun yer cesaretimi alıp götürdüğün yerdi. Ben senden sonra kimsenin yüzünü görmez, kimsenin gözlerine bakamaz, kimsenin elini tutamaz oldum. Korktum.

Fırça

Tuvalet fırçası kullanmayan insanlardan hazzetmiyorum. Umumi tuvaletleri kullanmaktan nefret etme sebebimdir elini tuvalet fırçasına götürmeyen insanlar. Buna gerekçe olarak da herkesin elinin değdiğini söyleyenler var, deli ederler insanı. Aynı herkesin eli kapı koluna da dokunuyor anacım. Neyse. Bunların bir de evde dahi kullanmayan versiyonu var. İşte esas ona deli oluyorum. Lan! İnsan sıçtıktan sonra sifonu çekince bir geri dönüp bakmaz mı? Ben hacet gidermek istediğimde senin pisliğini görmek zorunda mıyım? Dahası başkasının bokunu temizlemek zorunda mıyım? Ben değilim diye biliyorum, öyleyse haber ver de doğrusunu bileyim damacana!

Arkadaş(!)

Bugüne kadar hiçbir arkadaşımla ilişkimi ideolojik konumumuzdaki uyum veya çatışmaya göre belirlemedim. Fikren uyuştuğumuz insanlardan anlaşamadıklarım olduğu gibi fikren uyuşmadıklarımızla çok iyi anlaştığım da oldu. Arkadaşlık ilişkisi ve daha iyi bir dünya tasavvurları arasında bağ kurmamaya özen gösterdim. Fakat bugün, bu meselenin herhangi bir tarafında olan insanları arkadaşım olarak görmekte zorlanıyorum. İster asker olsun ister militan ölen çocuklar için yüreği aynı derecede yanmayan insanları arkadaşım olarak adlandırmakta güçlük çekiyorum. Üzgünüm.

Ah Bu Gönül Şarkıları

Günün şarkısını efenim, akşama kadar döner artık bu bende. Muhsin Bey'de duydum ve kaldı öyle. Melihat Gülses söyleyince başka birinden dinleyebilir miyim bilmem.


Roman

Sabah sabah nereden esti bilmem kendime roman okuma hastalığımın (tamam, abartmayalım, roman okuma sevgimin olsun) neden ileri geldiğini sordum. Dürüstlüğü kendine şiar edinmiş biri olarak (yalancıyı...) hiç kaçamak yapmadım. Ben romanları fikir edinmek için okumam. Onun için yazılmış tonla kitap var. Koskoca bir felsefe, sosyoloji, psikoloji külliyatları var yahu! Öyle sağlam bir edebiyat meraklısı da değilim. Hatta edebi olduğu söylenen metinlerin bir kısmından tiksinirim. Sembollerden, türlü türlü anlam yüklenmiş imgelerden, okurken başıma ağrılar sokan girift cümlelerden nefret ederim. Tahliller neyse de tasvir okumayı hiç sevmem. Bu ne demek şimdi? İnsanların ruh halleriyle ilgili tasvirlere ben tahlil diyorum, tasvir dediğimse mekan anlatıları. Bunu da götümden uydurmuş olabilirim, o derece de anlamıyorum işte edebiyattan. O zaman niye roman okumayı seviyorum? Seviyorum çünkü içimde gemleyemediğim bir dikizleme arzusu mevcut. İnsanların hayatına burnumu sokmayı değil belki ama oralarda neler olup bittiğini öğrenmek için yanıp tutuşuyorum. Magazin gazetelerinden, televizyon programlarından nefret etmemin sebebi meğer içimde yatan bu magazincilikmiş de haberim yokmuş. Roman okurken insanların en mahrem anlarının anlatıldığı yerleri en yoğun hazzı alarak okuyorum, onu anladım birden bu sabah. Vah beni vahlar beni!

Not: "La hırt! Madem edebiyattan, felsefeden vs. anlamıyorsun ne diye blogda "Bir Kitap Okudum" diye bir bölüm var o zaman?" diyebilirsiniz. Vallahi haklısınız. Lakin ben o etiketle yazdığım yazılarda eleştirmen gibi davranmıyorum, haksızlık etmeyelim. Okuduğum kitaplardan bazılarına dair, onlardan anladığım şeyleri ya da bende bıraktıkları hisleri not ediyorum. Kişisel blogumda kişisel görüşlerim işte kitaplara dair. Fazla önemsememek gerek.

Ömür Dediğin

Gerçekten tuhaf yaratıklarız. Burnumuzun ucunda ölüm var. O denli gerçek ve kesin olarak karşımızda duruyor ki... Geçen ekşide biri (galiba benim takip ettiklerimden biri) "Yeryüzünde yedi milyar insan var, yedi milyar farklı hayat demek bu." demişti. Düşünsene, bunca farklı hayat için kesin olan iki şey var. Doğmak ve ölmek. İşte bu iki kesinlik arasındaki ömür dediğimiz kısa zamanı anlamlı kılmak gerekmez mi? Bu mana nerede bulunur bilmiyorum. Kendini bir şeye adayarak mı, kendini her şeyden özgür kılarak mı, dünyadan soyutlanarak mı, dünyadan kam alarak mı?.. Bir yerlerde olmalı ve bize düşen onu aramak olmalı. Oysa biz (ben, sen, o) ne yapıyoruz; daha çok para kazanmanın yolunu arıyoruz, daha çok harcamanın yolunu arıyoruz, kendimizi geliştirmenin(!) yolunu arıyoruz, kendimizi göstermenin yolunu arıyoruz, kendimizi beğendirmenin yolunu arıyoruz... Daha çok yemenin, daha çok içmenin, daha çok gezmenin, daha çok sevişmenin yollarını arıyoruz... Daha nice şey yapıyoruz da ömrü anlamlandırmakla meşgul ol(a)mıyoruz. Yazık değil mi gerçekten?

Seyir

Eğlenceliyiz
Zorluyorsun
Sıkıcı

Bir ilişkinin seyri...

.

"Ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden
Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına"


Ömer Bedrettin Uşaklı

Sevgiliz

Neden bir süredir aşık olmadığımı bir süredir merak ediyordum. Yalan, hiç de merak etmiyordum. Konuya girmek için böyle bir cümleye ihtiyacım vardı, ben de kullandım. Neden doğrudan konuya girmediğimi bilmiyorum. Hep böyle sağdan soldan dolanmak, öteye beriye sapmak zorunda hissediyorum kendimi. Uzattım.

Bir süredir kimseye aşık olmuyorum çünkü o bir süredir kendime aşıkmışım da haberim yokmuş. Kendimi beğenmişliğimden mi kendime aşkım? Alakası bile yok. Tamam, kendimi beğendiğime şüphe yok. Hatta kendimi o kadar beğeniyorum ki başka kimseyi beğenmiyorum. Ne ki kendime aşık oluşum kendimi beğenmemle ilintili değil. O kendimi küçümsememle alakalı. Ben ne zaman biri bana kendimi değersiz hissettirse ona bağlanmışım şimdiye kadar, bu sabah bunu fark ettim birden bire. Böyle ani bir aydınlanma anında tüm hayatım bir yağlı boya tablo misali gözümün önünde canlandı ve bu fikir fotoğraf makinesinin flaşı gibi gözümün önünde patladı. Uzunca bir süredir kendimi küçümsediğim, değersizliğimi kendi kendime takdir ettiğim için kendime aşıkmışım yahu! Bunu anladım, anlayınca da rahatladım. Şimdi tek yapmam gereken kendimi kendime aşık olmaktan vazgeçirmek. Lakin bunun için çabalarken çok dikkatli olmalıyım. Malum kendimi reddedersem daha kötü bağlanırım. Kendimle sevişirsem bu sefer de sevişmeye kaptırır, işi uzatırım. Öldürmeden, süründürmeden ama sevindirmeden de kendime kendimi sevdirmem lazım. Sonrasına Allah kerim.

So-rum-suz

Şu an buraya yazmak yerine dergiye yazı hazırlıyor olmam gerekirdi. Hikayenin başlangıcını kaleme almıştım bile. Yapmam gereken kağıda yazdıklarımı bilgisayara aktarmak ve devamını getirmek. Neden yapmıyorum? Sorumsuzluktan mı? Olabilir. Bugün sorumsuzluğun tadını çıkarmaya bırakmış vaziyetteyim zaten kendimi. Bir eksik bir fazla fark etmez herhalde.

İki ders arasında altı saat varken insan ne yapacağını şaşırıyor. Tınaztepe nere, Balçova nere. Birinden çıkıp öbürüne git, sonra dön derken dört saat yolda geçiyor zaten. Eve gidip uzanmaya da değmez, okula uğrayıp yapılacak bir şey var mı diye bakmaya da. Manasız. Ticaret Odası'nda çalışan bir arkadaş sağolsun Alsancak'a attı beni. Konak'a geçtim, hocama uğradım. Kıyı kıyı Alsancak'a geri yürüdüm. Bir şeyler yedim. Karşıyaka'ya geçtim. Bostanlı'ya yürüdüm. Bostanlı'dan otobüse binip Tınaztepe'ye geri bastım. Bir hayli yorulmuş olmalıyım ki yolsa uyukladım. Bari cam kenarında olsaydım da başımı yaslasaydım. Kafam önüme düşe düşe feleğim şaştı. Derste hocayı takip etmek imkansız olduğu için de hikayeyi kurmaya başladım. Çalışmam beklenen saatte gezdim, dersi dinlemem gerekirken hikayeyle ilgilendim, hikaye yazmam gereken saatte blogla ilgileniyorum. Hatta şimdi House izleyeceğim. Sorumsuzluk mu bu?

.

Uzun zamandır kendime yasakladığım şarkılardandı. Açar açmaz tüylerim ürperdi. Var işte içimde böyle varoş bir yan, ne yapalım?

Hala haber bekliyorum senden


Allah vere kimseden haber beklemiyorum. Bir de öyle olsa ne hale gelirdim kimbilir.

Bir Rüya Gördüm vol.2

Ben öyle sık sık rüya gören biri değilim. Gördüğünü hatırlayan biri değilim desem daha doğru galiba. Neyse ne canım. Daha önce gördüğüm bir rüyayı şurada anlatmıştım. O güzel bir rüyaydı Allah için. Etkisi de uzun sürmüştü. Sonra geçti neyse ki. Yoksa ben o gazla tüm kızlar bana aşık sanabilirdim. (Arkadaş burası benim kişisel alanım, canım istediğinde gülen suratlar kullanabilmeliyim. Niye yazıp siliyorum anlamıyorum ki.)

Bu gece benim rüya görme geçmişimde önemli bir yere haiz. Belki de hayatımda ilk kez bir gecede gördüğüm dört adet rüyayı çok net hatırlıyorum. Oha! Ne demek lan dört? Şimdi burada tek tek dört rüyayı da anlatacak değilim herhalde. Özetle rüyalardan biri bir çalışmamın akademik dergilerden birinde yayınlanması üzerineydi, diğer üçü ise çok farklı biçimlerde olsa da görüşmeyi uzun zaman önce bıraktığımız bir arkadaşla ilgiliydi. İlginçtir bilinçaltımı delip geçen, bir gecede üç ayrı rüyama konu olan arkadaşın kendisini hiç görmedim rüyalarda. Rüyanın ilkinde arkadaşıyla konuşuyorduk, sevgilisini bırakıp başka biriyle ortadan kaybolduğunu söylüyordu. İkincisinde annemle dedikodusunu yapıyorduk. Üçüncüsünde ise sevgilisiyle ona doğum günü için alacağı hediyeyi konuşuyorduk ama sevgilisi gerçektekinden çok alakasız biriydi. Sanırsın zat-ı şahaneleri rüyama teşrif etmeye tenezzül etmemişler de elçi göndermişler. "Devletlu hükümdarımız Sultan Süleyman Han Hazretleri..." (Böyle mi diyorlar Muhteşem Yüzyıl'da? Ev arkadaşım uyanık olsa sorardım şimdi. Fosur fosur uyuyor paşa. Parantez içre parantez aç. Ulan Şişman, o kadar çok laf ettin ki küfrediyon küfrediyon diye, ağız tadıyla götünde pireler uçuşuyor bile diyemedim lan. Aha şimdi demiş bulundum. Sana inat bir daha diyorum, götünde pireler uçuşuyor. Oh! Parantez içre parantez kapat.) Öyle saçma sapan bir geceydi vesselam. Allah hayırlara çıkarsın.

.

"ve sen daha demincek
yıllar geçse de demincek"

Ahmed Arif

Cehalet Serdendir

Ben bu fukara edebiyatından çok sıkıldım. Ezelden de sevmezdim ama git gide daha çok sığınıyor olmam sebebiyle sanıyorum dikkatimi çekmeye başladı. Ne ki başka da çare bulamıyorum ki kendime kaçmak için. İçine sıçtığımın hayatına geç başladım, ne yapayım. Köy çocuğuyum ben. Üstelik yalnız büyümüş bir köy çocuğu. Köyden çıkıp gittiğim şehirlerde hep yurtlarda kaldım. Parasız yatılı yurdunda ne öğreneceksin hayata dair? Üniversiteye başladığımda biraz şansım olur sanıyordum. Oldu da herhalde ama temel çürük olunca ne yaparsın. Her haltı geriden takip ettim. İnsanlar karşılarında akranları birini görürken (hatta bazen yaşından olgun biri görürken) ben içerde hep bir çocukla yaşadım. Öyle çocuk saflığı romantizmi değil bu. Çocuk cahilliği. Saflık olmadan cahillik olunca da çok kötü. Her önüne geleni sormak gibi bir şansım yok. Sevimli değilim, katlanmak istemiyor bu yüzden insanlar. Sormazsam öğrenemiyorum. Öğrenemediğim için her şeyin içine ediyorum. Sonra şaşırıyor, kızıyor insanlar bu yaşta adam nasıl böyle davranır diye. "Biz bunu aklı başında biri bilirdik." diyorlar muhtemelen içlerinden. Akılsızlık değil oysa bu. Yoksa öyle mi? Akıllı adam etrafını gözleyerek de öğrenebilir bilmediklerini. Pek akıllı da değilim demek ki.

Doğup büyümeyi bilememişiz amına koyim. Bahtsızlık orada. Köylü doğmuş, yatılı büyümüş, cahil bir adam kalmışsın. Akıllı değilsin yolunu bulasın. Paralı değilsin katlanılabilir olasın. Yakışıklı, hatta yakışıklı değil ama sempatik değilsin araya kaynayasın. Arada kalmış bile değilsin lan! Bir sikim değilsin sen. Geçmiş olsun.