Sevgililer, Iyyy!

Sevgililerden nefret ediyorum. Samimiyetle söylüyorum ki kıskandığımdan değil. Elbette hepsinden de değil. Sürekli olarak vıcık vıcık bir sevgi gösterme hevesinde olan; aşkım, balım, hayatım, birtanem vs. kelimelerini ağzından düşürmeyen; hele hele olur olmaz zamanlarda birbirini öpen sevgililerden nefret ediyorum. Yalnızken ne bok yerseniz yiyin, umurumda değil ama etrafınızda başkaları varken biraz daha tutun be kendinizi. Tamam arada sırada içinizden gelir ve sevdiğinizin yanağına, dudağına, boynuna, omuzuna, isterseniz kıçına bile öpücük kondurabilirsiniz toplum içinde normaldir ama ölçüsü var her şeyin. Yemek yerken bi rahat bırakın mesela birbirinizi. Yiyin yemeğinizi, kalkın ondan sonra isterseniz sevişin gözümün önünde. Rahatsız olursam kalkar giderim ama yemek esnasında yaptığınızda bir yere gidemiyorum. Evet rahatsız oluyorum. Sizler farkında değilsiniz ama öpme sesi beni rahatsız ediyor. Hele zırt pırt birbirlerini öptüğünü gördüğüm için gıcık olduğum kişilerde daha fazla rahatsız ediyor. Sonra ne oluyor, iştahım kaçıyor ve doymadan kalkıyorum sofradan. Afiyet olsun yavrularım size.

20:19

Yazmak

İçimde delice bir yazma isteği var. Birkaç günlük suskunluğun bedeli mi bu bilmiyorum. Hiç durmadan, dinlenmeden yazmak istiyorum ama ne yazacağımı bilmiyorum. Derli toplu düşünemiyorum da. Sırf bu yüzden dergiye de yazamıyorum. Oysa kaç ay oldu yazı vermediğim. Artık kendimi zorlayıp bir şeyler karalamam gerek ama aklımdakilerden dişe dokunur olmasa da en azından eli ayağı yerli yerinde bir yazı çıkarmam pek mümkün görünmüyor şu aralar. Aslında son zamanlarda bir şeye takıldım ben. Ne yazıyorsam aslında onu yazıyorum. Her ne yazıyorsam ona yazıyorum. Hal böyle olunca yazmak daha zor susmak daha kolay oluyor benim için.

23:16

Ben Bugün Garfield Gördüm

Başlarken 22:02

Bugünlerde pek bir sıkıntılıyım. Bunu hep söylüyorum, farkındayım ama bu biraz daha farklı bir durum. Hani genel sıkıntımın yanı sıra sebebini bildiğim ve ne kadar düşünmemeye çalışsam da bunu beceremediğim gelecek kaygısının verdiği sıkıntıyla boğuşuyorum. Sonunda itiraf ettim, benim de gelecek kaygılarım var. Yüksek lisans için kabul almaktan korkmuyorum. A üniversitesi olmazsa B üniversitesi olur, biri olur elimdeki sonuçlarla. Yüksek lisans olur da yüksek lisans yaparken ihtiyaç duyacağım para nasıl elime geçer onu bilmiyorum işte. Asistanlık bulabilecek miyim? İş bulabilecek miyim? Özgeçmişime ekleyebileceğim dikkate değer nelerim var? Kendimi nasıl pazarlarım? Bunlara benzer sürüyle soru aklımı kurcalıyor ve hiçbirinin cevabını bilememek tarif edilemez bir sıkıntı yaratıyor. Daha önce burada yazmış mıydım hatırlamıyorum ama köye dönmekten eskisi kadar korkmuyorum artık. Elbette ömrümün sonuna kadar orada yaşayamam ama kısa bir süre için gidersem katlanabilirim. Yine de yerleşik hayata geçmek istiyorum bir an önce. Bıktım usandım göçebe gibi yaşamaktan, oradan oraya gitmekten ve eşyalarımı ayrı ayrı yerlerde bırakmaktan. Bundan ilk bahsettiğimde Koray'ın söylediği gibi kitaplarımı koyabileceğim bir yerim olsun istiyorum artık. Bir kısmı köyde, bir kısmı Bursa'da, bir kısmı İnegöl'de, bir kısmı Adapazarı'nda, bir kısmı İzmir'de olmasın artık; hepsi bir arada, hepsi elimin altında olsun istiyorum. Oradan oraya taşırken kırılmasından, dökülmesinden, bozulmasından korkmadan bir şeyler alabilmek istiyorum kendime. Bir valizin içine tıkıp taşıma gereği olmadan sahip olabileceğim bir(kaç) takım elbisem olsun istiyorum mesela. Ne bileyim, bunun gibi şeyler işte.

Dün Şirine'nin doğum gününü kutlamak için Bostanlı'da piknikvari bir toplantımız oldu. Sohbet ettik, oyun oynadık ve döndük. Hediyesini dün uygun bir poşet bulamadığım için yanımda götürememiştik, bugün vermek için evine gittim. Meğer o da bana bir hediye almış. Baktıkça onu hatırlamam için ufak bir biblo. Çok şirin bir fil. Çok mutlu oldum. Fotoğrafını çekip koyacaktım buraya ama ışık az olduğu için güzel çıkmıyor, vazgeçtim. İşte o an, hediyeyi aldığımda, yavaş yavaş ayrılık vaktinin geldiğini hatırladım bir kez daha. İki ay bile kalmadı artık. Elli gün kadar sonra çil yavrusu gibi dağılacağız bir yerlere. Kim bilir birbirimizi bir daha ne zaman göreceğiz.

Kitap fuarı başladı İzmir'de. Kendime engel olamam, alırım bir şeyler diye gitmeyecektim ben bu yıl. Yine de Shishman gitmeyi teklif edince reddedemedim. (Burada Baba esprisi geldi aklıma, uff!) Bir hayli zorlandım ama tuttum kendimi, hiçbir şey almadan çıkmayı başardım. Bir an kıyısına kadar geldim ama orada da önyargılarımın sayesinde(!) kurtardım paçayı. Gelecek kaygısı çaktırmadan o kadar yer etmiş ki bende görevlilerden birine "İki ay sonra işsizler ordusuna katılacağız." deyiverdim.

Fuardan çıkınca Kemeraltı'na yemeğe gittik. İnegöl köftesi yapan bir yerde oturduk. Kendileri İnegöl köftesi dememişler adına ama bildiğin İnegöl köftesiydi yediğimiz. Dükkanın sokağında kocaman sarı bir kedi gördük. Shishman daha önce de görmüş zaten onu. Görür görmez "Anaaa, Garfield!" dedi. Sahiden Garfield gibi kocaman bir şeydi hayvan. Keşke makinesi olsaydı yanında da fotoğrafını çekseydi. Ben de buraya koyardım. (Bugün ikinci kez fotoğraf koyma isteğimi gerçekleştiremedim. Hayırdır inşallah.)

Eve dönünce bir iki gündür ertelediğim bir başsağlığı konuşması yaptım. Akrabalık bağını söyleyince uzakmış gibi olacak ama bizdeki akrabalık bağlarının kuvvetliliği nedeniyle hiç de uzak bilmediğim birinin, babamın amcasının torunu, eşi vefat etti. Gençti henüz. Meğer ne zormuş arkadaş böyle şeyler. Teselli olarak söyleyebileceğin hiçbir şey yok. Başsağlığı diledim, Allah'tan sabır diledim ve kapattım telefonu. Şimdi anlatırken bile zorlanıyorum, konuşurken daha da güçtü gerçekten.

Bunlar da bu aralar başımdan geçenler işte.

Biterken 22:30

Muhittin Abi Vol:3

Süper bir fikrim var abi! Yok Betül Demir'inkinden değil. Bu daha süper bir fikir. Hani ruh çağırma seansları olur ya abi, bir de ruh temizleme seansları olsa. İnsanlar ruhlarının kirinden pasından bir güzel arınsa. Seans esnasında böyle tuz ruhu gibi bir şey kullanılsa, piri pak eylese ruhları ne şahane olur değil mi? Biz o tuz ruhu gibi bir şeyi üretip satsak köşe oluruz be abi. Hoş önce insanların ruhlarının kirli olduğunu fark etmeleri gerekiyor. Bunun için aydınlanma çağını başlatmak gerek. Yaşasın devrimci mücadelemiz, yaşasın tuz ruhu gibi bir şey olan ruh temizleyicimiz!

19:14

Muhittin Abi Vol: 2

Ne olacak dersin bu işin sonu abi? Kantarın topuzu kaçmaya başladı iyice. Zaman zaman histeriye kayıyor halim tavrım. Resmen sapıttım be abi. Dengeyi ancak saçma sapan, yüzümü kızartan bir şeyler yaparak tutturabiliyorum. Mesela geçen gün saat kulesinin orada "Yok mu beni s.ken?" diye bağırdım abi. Abi! Muhittin Abi dinlemiyosun değil mi? Haklısın tabi, sabah sabah çekilir muhabbet değil ki bu benimki. Tamam abi sustum. Ha, o mu? Yok abi, bağırmadım öyle. Lafın gelişiydi o. Seni yoklamak için dinliyor musun diye. Yahu yanlış anlama hemen, dinlemiyorsan boşa nefes tüketmeyeyim istedim. Sen de amma alıngan oldun be abi. İşimiz var.

10:17

Muhittin Abi

Başlarken 23:22

Hoş geldin Muhittin Abi. Sensin değil mi? Buyur otur, sohbet edelim biraz. Söylenecek ne kaldıysa bir parçasını da biz söyleyelim.

Canım sıkılıyor be Muhittin Abi. Uykuya verdim kendimi sıkıntımı unutmak için. Bir de sabah akşam oyun oynuyorum. Birini silip başkasını yüklüyorum bilgisayara oyunların. Bazen film izliyorum. Kitap okuyorum ara sıra. Yürüdüğüm de oluyor. Gel gör ki ne yaparsam yapayım canım sıkılıyor işte. Bomboşum. Akşamını heyecanla beklediğim günleri özlüyorum. Uyumamak için direnmediğim, çünkü uykumun gelmediği geceleri özlüyorum. Sabahları özlüyorum erkenden uyanmak için sebebimin olduğu.

Şimdi sadece yaşıyorum. Hiçbir tutkum, herhangi bir arzum olmadan sadece yaşıyorum. Nefes alıyorum, su içiyorum, yemek yiyorum, tuvalete gidiyorum, uyuyorum. Ayakta kalmak için değil de hayatta kalmak için yapıyorum tüm bunları. Yalan mı oldu bu söylediğim? Neden yaptığımı düşünmüyorum aslında. Nefes almamayı beceremediğim için nefes alıyorum. Susadığım için su içiyor, acıktığım için yiyorum. Yiyip içtiğim için tuvalete gidiyorum. Uykum geldiğinde uyuyorum. Fark ettin mi o kadar umursamazım ki tuvalete gittiğimi bile defalarca çekinmeden söylüyorum? Bunda garip olan ne mi? Tuvalete gitmek günlük hayatımda bahsi edilecek kadar belirgin bir şey halini aldıysa hakikaten çok belirgin bir şey kalmamış demektir yaptığım, garip olan bu abi.

Bugün sınav vardı mesela. Pazartesi günü de vardı. O kadar önemsiz ki benim için bu sınavlar sözünü etmeye bile gerek duymadım. Şimdi de yeri geldiği için söylüyorum. Yoksa inan akşam karnım açken yemek yemek sınava girmekten daha büyük dert benim için şu aralar. Dert dedim değil mi? Yediğim yemekten tad almıyorum ki girdiğim sınavdan keyif alayım. Abarttığımı söyleyeceksin belki. "İnsan bu kadar da tadsız tuzsuz olmaz, hani olsa da aklı başında bir sebebi olmadan olmaz." diyeceksin. Haklısın ama ben böyleyim işte. Belki de haksızsın, aklı başında bir sebebim vardır belki. Belki de aklı başında değildir sebebim de benim akılla mantıkla işim kalmamıştır, kim bilir. Bilmiyorum lan işte.

Abi dur, nereye gidiyorsun? Tamam ayıp ettim, ağzımı bozdum, saygısızlık ettim sana ama dur be abi. Gitmek istiyorsan git ama. Hiç çekilmiyor muhabbetim zaten. Ne yapayım, özlüyorum işte be abi.

Özlemek dostluktandır
Dostluğundan öte bulmalıyım seni*

Biterken 23:47

*Ahmet Telli
Canım sıkılıyor bre günlük!

15:13

Öksürük

Birkaç gündür sabahları boğazım şişmiş olarak uyanıyorum. Kalktıktan sonra bir vakit geçince şişkinlik hissi kayboluyor ama bu defa da gün içinde yerli yersiz öksürüyorum. Hani toz yutar da kuru kuru öksürür ya onun gibi aynen. Hayırlısı bakalım, sonu nereye varacak, ne zaman geçecek.

00:25

Kimdir?

Başlarken 16:43

Belediye bunu da yaptırdı bana sonunda! İzsu'nun sitesini yer imlerine ekledim bugün. O girişin devamında böyle bir şey çıkması şaşırtıcı gelebilir, farkındayım. Ben de çok büyük bir şey olduğundan öyle yazmadım zaten. Maksat dikkat çekmekti. Yine de benim yer imlerine sadece gerçekten kullandığım birkaç siteyi eklediğimi düşünürsek bu hakikaten bir başarı(!) İzsu için. Artık arada bir oradan planlanmış kesinti olup olmadığını kontrol ederim.

Bugün İstanbul'daki birkaç vakıf üniversitesine yüksek lisans yaparken araştırma görevlisi/asistan olarak çalışma imkanı olup olmadığını sormak için elektronik posta gönderdim. Bakalım cevap verecekler mi? Her ne kadar eskisi gibi heyecanlı olmasam da hala İstanbul'a gitmeyi istiyorum. Daha doğrusu başka hiçbir yere gitmek ve İzmir'de kalmak istemediğim için İstanbul'da olma isteğim ön plana çıkıyor. Bakalım İstanbul'a yerleşmek nasip olacak mı bize de?

Hava çok güzel bugün. Rüzgar var ama soğuk bir rüzgar değil. Gerçi balkonda duran ve rüzgarın sürüyüp açık olan balkon kapısına vurduğu plastik sandalye yüzünden kapının alt camının kırılması biraz soğuttu ama fiziksel değil ruhsal bir soğuma durumu oldu o. Yoksa hava gayet sıcak. Tam yürüme havası gibi geliyor bana. Sanırım birazdan çıkıp dolaşacağım biraz.

Yazıları şarkı sözleriyle bitirmeyi adet haline getirebileceğimi söylemiştim daha önce. Henüz alışkanlık halini almış olmasa da bu yolda devam ediyorum. Bu yazının payına düşen Ahmet Aslan'ın Tanımadığım Ten adlı şarkısından üç mısra oldu.

Aradığım aşkı bulduysam sendedir.
Ya bu benim içimde dolaşan da kimdir?
Ya bu benim içimde mekan tutan da kimdir?


Biterken 16:55

Bir Yenilik Daha

Günlüğe bir yenilik daha ekledim. Üst menüden Rastgele'ye tıklayınca adı üzerinde rastgele bir yazı çıkıyor. Bunun ne önemi mi var? Bilmem. Gece aklıma gelmişti böyle bir şey olsa nasıl olur diye, aradım buldum yöntemini. Hayırlı uğurlu olsun.

11:49

.

Kings of Convenience dinlemeyi ne çok özlemişim meğer.

11:34

.

Başlarken 00:24

Ne gün ama! Sabah uyandığımda sular hala kesikti. Elimi yüzümü bile yıkayamadım. Sinir oldum. Format atmak için bilgisayarı açtım. Bizimkiler uyanıncaya kadar oyalanacaktım böylelikle. Sonrasına karar verir, hep birlikte bir şey yapardık. O ara neler olmuş neler bitmiş diye internete girmeyi ihmal etmedim elbette. Baktım yabancı dil sınavından yeni çıkmış bir arkadaşım gezmek istiyormuş, evde de durmak istemiyorum, doğruca okula gittim. Çıkmadan önce format için yapmam gerekenleri yapıp bilgisayarı geri kalan kısmını tamamlaması için bıraktım. Döndüğümde gerekli ayarları yaparım, dedim.

Bir güzel kahvaltı yaptıktan sonra otobüse binip Göztepe'de indik. Oradan Konak'a kadar olan mesafeyi yürüyerek katettik. Konak'ta bizim iki üst dönemden bir arkadaşla karşılaştık. Onunla biraz sohbet edip birer çay içtikten sonra Pasaport iskelesine yürüyüp oradan Karşıyaka'ya geçtik. Böylece Pasaport'tan vapura binme ahdımı da yerine getirmiş oldum. Bu arada vapurdayken bizimkinin fotoğraflarına modellik yaptım. Sayesinde objektifle aramızdaki soğukluğu aşmaya başladığımı fark ettim. Hatta fotoğraf çekmesini ben istedim. Hoş isteme nedenim dolaştığım günler çekilen fotoğraflardan birkaçını Facebook'a koymak istemem ama olsun. Bu da bir adım nihayetinde. Bir müddet daha birlikte takılırsak tamamen barışabiliriz objektifle, kim bilir.

Karşıyaka'da birer balık ekmek yaptırıp, elimize de bir litrelik meyve suyu tutup bir bankta karnımızı doyurduk. Bir gün de İnciraltı tarafında kayıkta balık ekmek yapanlardan yemek istiyorum, bunu da not düşeyim buraya. Oradan Konak'a vapurla dönüp Kızlarağası'nda birer salep içtik. Oradan dostum okula ben eve yollandık.

Eve döndüğümde hala sular gelmemişti. Mutfakta iki günlük bulaşık, bırak onları yıkamayı insanın bir şey yemeye isteği olmuyor açlığına rağmen. Son kerteye kadar bekleyip makarna yapmaya karar verdik. Ben o arada bilgisayara gerekli programları yüklemekle meşguldüm. Msn'i yükleyip denemeye kalktığımda fark ettim ki uzun zaman çevrimiçi olmayınca bodoslama dalmamak gerekiyormuş. Işığı gören geldi resmen, laf yetiştiremez oldum kimseye. Neyse ki imdadıma makarnanın hazır olması yetişti de kurtuldum.

Yemekten sonra "Ayranı yok içmeye, taht-ı revanla gider sıçmaya." sözünü hayata geçirmek maksadıyla bugün biz dolaşırken eve alınan nargilenin siftahını yapmaya karar verdik. Tuvalete gitmemek için iki gündür içmediğimiz çayı bile nargilenin yanında iyi gider diye demleyip balkonun köşesine kurulduk. Aheste aheste nargilemizi içip sohbetimizi ettik. Biraz da müzik dinledik telefondan. Nargile bitince, hava da biraz soğuyunca rüzgardan ötürü içeri girdik. Şimdi de bu satırları karalıyorum ben. Hala su yok maalesef. Bakalım, sabaha gelir belki.

Bu akşam da bir şarkıdan alıntıyla bitirmek istiyorum sözü. Belli mi olur, alışkanlık halini alır böyle bitirmek. Müziğini Madımak otelinde vefat eden babası Nesimi Çimen için Mazlum Çimen'in yaptığı, sözlerini Yasemin Göksu'nun yazdığı Kalanların Ardından'dan iki mısra.

Ah tam da gelmişken sevdalı bahar da
Olur mu veda?


Biterken 00:52

Son Günler

Başlarken 00:34

Kaç gündür buraya bir şey yazmıyorum. Bakalım neler olmuş bu süre zarfınca.

Çarşamba günü Koray'ın tabiriyle umutlarımızı bir zarfa koyup kargoya verdik. Ben durumu bu kadar dramatize etmedim doğrusu. Belki daha mütevekkil olduğumdan belki de daha ümitli olduğumdan, bilmiyorum. Fazla hayal kurmadığım için bile olabilir. Her neyse, gerekli evrakları tamamlayıp yüksek lisans için ilk başvurumuzu yapmış olduk böylece. Bakalım sonuç ne olacak.

Görüldüğü üzere günlüğün temasını değiştirdim. Arkaya koymuş olduğum yan yana dizili tahtalar resmiyle masa üstünde defter havası estirmeye çalıştım. Masa tarih öncesinden kalma elbette burada.

Değişikliği yaparken nerede hata yaptım bilmiyorum ama tarih başlığı görünmez oldu. Bu nedenle yeni bir tarih damgası biçimi ayarlamak durumunda kaldım. Sorun şu ki tarihi bizim alışkın olduğumuz gibi gün/ay/yıl şeklinde değil ay/gün/yıl şeklinde gösteriyor. Doğruyu söylemek gerek ki ben tarihi o biçimde gördüğümde kafam karışıyor. Onun önüne geçmek için ayı ismiyle yazan bir biçim kullandım, bu defa da saat görünmez oldu. Düşündüm, her defasında tarihi yazmaktan saati yazmak daha kolay geldi. Yazıların altına saati not düşmeye karar verdim.

Aynı gün bilgisayarıma format attım. Ne var ki bir türlü aksiliklerden kurtulamadım. Önce internetten indirdiğimiz sürücüleri yüklemede sorun yaşadım. Bazı sürücüleri ne denediysem tanıtamadım bilgisayara. İşin kötü yanı sürücülerin ve ofis programının kayıtlı olduğu cd'yi bulamıyorum. Neyse ki ertesi gün bulduk gerekli sürücüleri de sorunu hallettik.

Çok geçmedi, dün gece farenin sürücüsü bozuldu. Anlatmayı beceremediğim karmaşık bir işlem sonucunda bu sabah onu da hallettim. Olmasaydı yeniden format atacaktım bilgisayara.

Bu akşam ise geçenlerde gerekli evrakların çıktısını almak için gittiğim fotokopiciden taşınabilir belleğe bulaşmış olan virüsten kurtulmaya çabaladım ama bir türlü olmadı. Virüs gizli dosyaların görünümüne engel oluyor ve kendisi de gizli dosya olarak var. Bu nedenle bir türlü erişip elle silemiyorum. Anti-virüs programları ise bulamıyor. Listede dosyayı görüyorum ama silemiyorum, sinirim bozuluyor. Dosyayı açıp içeriğinde değişiklik yapmak istedim, değişiklik yapınca kaydetmeme izin vermedi. Arada explorer.exe'yi de bozdum. Velhasıl sabah kurtuldum dediğim format atma zahmetinden kaçamadım. Yarın ilk işim o olacak.

Seçim sonrası ilk su kesintimizi yaşıyoruz bu arada. Dün akşam iki üç saatlik bir kesintiden sonra bugün neredeyse tüm gündür su yok. İzsu'nun sitesinde yapılan açıklamaya göre tamirat dolayısıyla çalışmaların seyrine bağlı olarak yarın akşama kadar kesinti olacakmış. Olsun bakalım. Seçim sonrası İzmir'i CHP'den kimin kurtaracağını sormuştum, tekrar soruyorum. Aslında böyle sakin yazdığıma bakılmasın, bir hayli kızgınım. Adamlar dağ başındaki köylere su götürüyor da oralarda bu kadar kesinti olmuyor. Hem de öyle yurt dışında falan değil, Artvin'de. Hem de son derece kalitesiz malzeme ve işçilikle. Ben ondan daha kalitesizini hayal edemiyordum, varmış. Bir yıldır ilkel bir hayat yaşıyoruz zaman zaman. Bir de böyle şeylere kızınca AKP'li oluyorsun. Sek arsenik içse de vermezlermiş İzmir'i. Vermeyin anasını satayım. Musluğunuzdan su akmıyor ki arsenik içesiniz. Ha bir de şu var tabi, musluktan akan suyu zaten içmezdiniz ki. Gidip bir sonraki seçimde oy kullandıracaklar o olacak. "Oy vermeden, vatandaşlık görevini yerine getirmeden konuşamazsın." diyen varsa halt etmiştir. Ben senin biat ettiğin sistemin meşru olduğunu düşünmüyorum. Senin vatandaşlık görevi dediğin şeyi yaparsam bu sistemi meşrulaştırmış olurum, yapmıyorum bunu. Konuşmaya sıra gelince bal gibi de konuşurum. Bi haltı yiyemeyeceksen onu yemeye talip olmayacaksın. Bizim oralarda çok sevdiğim bir söz vardır. "Çocuğu yolla bok yemeye, peşinden git çok yemeye." derler. Ayarını tutturamayacaksan bok yemeye gitmeyeceksin, o kadar. Konuştukça sinirleniyor, sinirlendikçe ne söylediğimi şaşırıyorum; daha fazla saçmalamadan susayım en iyisi.

Son haber akşam üzeri Tübitak'tan geldi. Daha doğrusu haber gelmedi de biz haberi bulduk. Bu başvuru döneminde 94 ve üzeri ortalama puan tutturan 121 kişiye burs verilecekmiş. Bize avucumuzu yalamak düştü vesselam. Ufaktan ufaktan asistanlık için üniversite arayışına girmeye başlayacağız anlaşılan. Bir yandan da köydekileri arayıp bana yer ayırmalarını söylemek geçiyor içimden. Bakalım, hayırlısı.

İşte son birkaç günün özeti böyle. Farkındayım hep olayları yazdım ve ruh halimden hiç bahsetmedim. Bu konuda söyleyecek çok fazla şeyim olmadığındandır belki.

Yalın'ın Her şey Sensin şarkısının farklı yerlerinden alınmış birkaç mısra ile bitirmek istiyorum bu yazıyı. Hoşçakalın.

koydum sevinçlerimi önüme
baktım hepsi sensin
.
her işte bir hayır, bu işte hepsi sensin
.
şimdi senden vaz mı geçmeli
masal olup yola devam mı etmeli
.
... anladım her şey sensin...


Biterken 01:14

Araştırma Önerisi Bitti

Nihayet son beş buçuk gündür beni süründürmekte olan araştırma önerisi belasından kurtulmuş oldum. Yarın sabah son kez okuyup denetledikten sonra çıktısını alıp doğruca ilgili olduğu merciye göndermeyi planlıyorum. Yeri gelmişken daha önce yarım kalan "Neler Yaptım Son Günlerde" başlıklı yazıda yarım bıraktığım yerden devam etmediğim için sözümü tutmamamın nedenini de açıklayayım. Bugünü bir kenara koymak üzere geçen hafta Çarşamba günü öğleden sonrasından itibaren bu öneriyi hazırlamaya çalışmaktan başka bir şeyle ilgilenmediğim için yazacak başka bir şeyim de yokmuş. O nedenle sesimi çıkarmadım hiç.

Bugün neler yaptım ondan bahsedeyim biraz. Sabah kalkıp araştırma önerisinin metod kısmını yazdıktan sonra kahvaltı yapıp okula yollandım. Öğrenci işlerine uğrayıp transkript, öğrenci belgesi, mezun durumda olduğumu gösterir belge ve disiplin sicilini gösteri belge olmak üzere dört ayrı belge başvurusunda bulundum. Ayrıca ALES sonuç belgemin fotokopisini de onaylattım. Oradan başvuru formunun bir de TOEFL'a girdiğimi göstermek için bilet onay mailinin çıktısını almak üzere üniversitenin alt girişindeki fotokopiciye geçtim. (TOEFL'a girdiğimi kanıtlama meselesine şimdi girip konuyu dağıtmak istemiyorum. Ondan da bir ara bahsederim.) İstediğimi elde ettikten sonra biraz gecikmeli de olsa derse girdim. Dersten sonra ihtiyacım olan üç referans mektubundan birini almak üzere danışmanımın yanına uğradım ve mektubu teslim aldım. Referans mektubu alacağım diğer hocalarımdan birin yanına uğrayıp diğerini de telefonla arayıp yarın öğleden sonra mektupları teslim almak için söz aldım. Sonra şansımı denemek için öğrenci işlerine uğrayıp belgelerin çıkıp çıkmadığına baktım, henüz bir gelişme olmadını görüp geri döndüm. Eve gitmeden önce bankaya uğrayıp başvuru ücretini yatırmak için bir saat sıra bekledim. Bir saati lafın gelişi söylemiyorum, gerçekten bir saat bekledim. Sonra eve gelip yemek yedim. (Bunun ne önemi varsa.) Gün içinde koşturmaktan ve beklemekten hayli yorgun düştüğüm için kendime uzunca bir dinlenme molası verdikten sonra önerinin literatür taraması kısmını yazmaya başladım. Diğerlerine kıyasla daha kısa süren bu kısmını da bitirdikten sonra araştırma önerisinin sonuna gelmiş oldum. Şimdi sağ şakağımda bir ağrı var ama bilmiyorum yoğun çalışma temposundan mı kaynaklanıyor bu yoksa öyle sıradan bir ağrı mıdır.

Velhasıl Boğaziçi'ye başvurmak için önümde şimdilik bir engel kalmadı. Gelişmelerden haberdar ederim sizleri. Şimdilik bu kadar. Hoşçakalın güzeller. Dikkat edin kendinize.

Yaşamak Güzel

Yaşamak güzel be. Acısıyla tatlısıyla, seveniyle sevdiğiyle, geleniyle gideniyle yaşamak güzel. An oluyor daha birkaç gün önce başına gelse ağlayacağın şeye gülümseyip geçiyorsun. Belki biraz buruk, biraz esrik, biraz yarım kalmışlığın hüznünü taşıyan bir gülümseme oluyor ama yine de gülümsüyorsun. Tadına doymasan da güzel günlerin anısı mutlu ediyor seni. Hüzünden değil mutluluktan bir hoş oluyor için. Biraz anılarına biraz da hayallerine sarılıyorsun. Her şey içinde bin bir güzellik saklayarak geliyor sana. Bunu görüyor ve seviniyorsun. İstiyorsun ki sevdiklerin de memnun olsunlar hayatlarından, mutlu olsunlar. Hak ediyorlar zira. Hak ediyorlar, çünkü sen seviyorsun. Bilsinler istiyorsun ve söylüyorsun. "Sevdiklerim! Ben mutluyum, siz de mutlu olun. Sizin mutluluğunuz benim mutluluğumdur." (Seçim propagandası gibi oldu ya son cümle.)

Bulunmaz Hint Kumaşı

Bazen çok mu bencilim diye soruyorum kendime. Bencillik değil aslında kendimi itham ettiğim ama ne ad vereceğimi bilmediğimden öyle diyorum. Hani başkaları için düşünüp onlar adına karar vermek gibi bir şey. Kendi istek ve düşüncelerime göre başkalarının neler istediğini ve düşündüğünü tahmin edip ona göre hareket etmek tam olarak. "Ne zaman istersen seni dinlemeye hazırım." demek mesela, sana bir şeyler anlatmak istediğini düşünerek. Belki de sadece o anın şartları sana bir şeyler anlatmasına neden oldu. Belki yalnız hissediyordu kendini, belki kim olursa olsun biriyle konuşmak istiyordu da konuştu seninle. Bir sonraki karşılaşmanızda yüzüne bile bakmayacak belki. Hatta belki pişman bile oldu sana söyledikleri için. Niye dert ortağı olmanı istediğine hükmediyorsun ki? Yahut "Dilediğin zaman arayabilirsin, çekinme lütfen." diye cesaretlendirmek kendi çapında. Ayılıp bayılıyormuş gibi karşındaki insan seninle konuşmaya. Bayılıyormuş da çekiniyormuş belki rahatsız olursun, belki yanlış anlarsın ya da belki sıkılır, üzülürsün diye sanki. Sanırsın bulunmaz hint kumaşı da kendinden bir şeyler bahşediyor.

Neler Yaptım Son Günlerde

Yemek hazır olmak üzereymiş ve ben paragraf başı yaptım. Yeni paragrafa başlamadan önce yemek yersem fena olmaz ama yemeğe kadar da vaktim var daha anlaşıldığı kadarıyla. Öyleyse son günlerde neler yaptığımı özetle anlatıp öyle gideyim yemeğe.

Efendim malumunuz daha evvel de yazmıştım Boğaziçi'ye başvurmak için araştırma önerisi yazmam gerektiğini. Yetiştiremeyeceğimi fark edince normal dönemde başvururum diyerek ön başvurular için kasmaktan vazgeçmiştim. Ne var ki başvurmak istediğim bölüm (Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler) Temmuz'da başvuru almıyormuş. Diğer bölümler için ön başvuru dönemi benim bölüm için normal dönemmiş meğer. Bunu bölümün sayfasında yazmışlar ama ben ilk okuduğumda yanlış anlamışım meğer. Ben araştırma önerisi yetişmez artık diye vazgeçmişken Koray'ın gaz vermesiyle iyi kötü bir şeyler karalayıp vermeye karar kıldım. Ondan beridir gecem gündüzüm şaştı. İki günde sekiz-on tane makaleyi okudum, birkaç tanesine de göz attım. Şimdi de yazmak için uğraşıyorum. Birden yüklenince uzun zaman kullanılmadığı için beyinde anormal reaksiyonlar görülmeye başlandı galiba, sıyırdığımı hissediyorum.

Yemek hazırmış. Gelişmeleri kaldığımız yerden aktarmaya devam ederim herhalde bir ara. Kaçtım yavrular şimdilik.

.

Bugünlerde başım hayli kalabalık, yazmak için isteğim dahi olmuyor. Bu geceyi bir cümle ile kapatıp başka bir zaman başımdan geçenleri özetle aktarmayı düşünüyorum. İşte o cümle geliyor. Her durumda seni doğru anlamaya çalışan birini tanımak ne güzel!