Peh

Bildiğin düz memur bile olamadım ya la!

He was gonna put his tongue in!

Buraya en son "Çakma John Coffey" başlıklı bir yazı ekledim. Çoğunlukla olanın aksine bu başlık yazdıklarımla tamamen alakasız değildi. Şöyle ki, orada becerebilsem içimdeki tüm sevgiyi birilerine aktarmak istediğimden bahsetmiştim. (Böyle bir şeydi işte, dönüp bakamayacağım şimdi.) Bu bazen orada kullandığım gibi döküp saçmak şeklinde canlanıyor gözümde, bazen infilak edip yaymak şeklinde, bazen de birine sarılarak kendisini iyi hissetmesini sağlamayı istemek şeklinde -bilhassa üzgün insanlar söz konusu olunca böyle oluyor. Sonra aklıma Jeff geliyor. Hani Julia'yla arşiv odasında karşılaştıklarında onu öptüğünü hayal ettiği sahne. (Meraklıları buradan buyursun.) "What makes you think any woman alive would want your hideous, your revolting, your disgusting tongue?" diyor ya Jeff'in annesi, ben de kendime "Kim senin kendisine sarılmanı istesin ki?" gibi bir şeyler diyorum. (Aslında Jeff için söylenenler kadar olmasa da daha ağır şeyler diyorum ya geçelim onu.)

Bu da böyle bir anımdır işte.

Çakma John Coffey

İçimde yükselen nefreti ve sevgiyi kullanmak için bir yol aradım. İnsanlığın sevgiye ihtiyacı vardı, sevgiyi onlara dağıtım. Her yanım nefretle sarılıydı, nefreti kendime sakladım. Zaten kendimi sevmiyordum, böylesi en iyisiydi. Sonra... Olmuyormuş öyle. Kendini sevmeyen kimseye sevgi veremiyormuş. Yine de elimde olsa sahip olduğum tüm sevgiyi saçıp dökmek isterdim. Yeter ki... Yeter ki bir kişinin olsun kendisini iyi hissetmesini sağlayabileyim. 

İyi

İnsanın yaptığı her şeyde bir sorun olma ihtimalini düşünmekten ve haliyle kendini suçlu hissetmekten kurtulması güzel bir şeymiş. Belli bir eylemi yapınca bir müddet önce eylemin gereksizliği yüzünden canım sıkılırken şimdi hiç takmayabiliyorum. İyi bu. "İçimden geldi ve yaptım işte, kimseye bir zararım yoksa sorun da yok." deyip geçebiliyorum. İyi bu, iyi.

Hastistanbul

Eveet, İstanbul ziyaretimi birkaç gün daha uzattım ve bu ziyaretlerin olmazsa olmazı hasta olma meselesini de gündeme almış oldum böylece. Takvime uysam son üç yıldır ilk kez İstanbul'a gelip de hastalanmadan dönmüş olacaktım ama... Neyse, geçmiş olsun dileklerinizi ilettiniz sayıyorum. Öpmedim anacım, siz de hasta olmayın.

(Bu ne saçma başlıktır yav!)

Ossekiz

Otuz sekizden geriye doğru sayıyorum. Neden otuz sekiz bilmiyorum. Ne için geri saydığımı da... Sadece otuz sekizden geriye doğru sayıyorum. Düzenli aralıklarla düşmüyor sayılar. Yani günde bir, haftada bir, ayda yılda bir vesaire değil azalma süresi. Öyle kafama estikçe otuz sekizden geriye doğru saymaya devam ediyorum. Nerede kaldığımı hatırladığım da söylenemez çoğu zaman. Herhalde, diyorum, yirmi yedide kalmışımdır. Yirmi altıdan devam edeyim öyleyse. Bir gün sıfıra ulaştığımda ne olacağına dair hiçbir fikrim yok. Otuz sekizden geriye doğru sayma fikri sanırım yetiyor bana.