İndirim, Bindirim

Bir dileğim var, yurdum tüccarlarının hepisi birden batsın, battıkları yerden çıkamasın, kurunun yanında yaş da yansın. Bu kafayla ticaret yapacak adamlar hiç yapmasın, kaybolsun gitsin anasını satayım. Belki o zaman planlı ekonomi falan uygulamaya başlarlar da herkes tek tek ırzımıza geçeceğine tek elden devlet üstümüzden geçer.

Efendim iki hafta mı ne olur malumunuz hükümet otomotiv sektöründeki dış talep daralması dolayısıyla elde kalan malların iç pazarda satılabilmesini teşvik etmek amacıyla ÖTV indirimine gitti. Aylardır sinek avlamakla meşgul olanlar böylece az da olsa kendi işlerini yapma fırsatı buldular. Buldular da yetti mi onlara? Ne gezer! Baktılar ki iç pazar biraz hareketlenmeye başladı kafa kafaya verip "Nasılsa alıyor kerizler; dayayalım zammı, dolduralım cukkayı." deyü karar aldılar.

Lan oğlum size giren çıkan ne? Devlet hane halkından bin bir başka adla aldığı vergilerden birinde indirime gitmiş, onu da vergiyi aldıklarının hatrına değil senin boklu götünü kurtarmak için yapmış; sen şimdi tutturmuşsun "Yok bana götümü kapana kaptırma korkusu yetmedi, illaki kazık girsin istiyorum." diye. Yahu bırak alabilen üç kuruş vergi indirimiyle alsın arabasını. Zaten akaryakıta ödeyeceği vergiyle paşa paşa fazlasını verecek. Ne senin zararın var bu işten ne devletin. Bilakis yerle bir olmaktan kurtuldunuz ikiniz de daha ne istiyorsun. Doymuyorsun ama değil mi? Aklın sıra krizi fırsata dönüştürüyorsun. Pek moda ya son zamanlarda, sen de kapıldın bu hayale gidiyorsun. Kusura bakma ama senin bu yaptığına şark kurnazlığı derler. Yerli yersiz yaşadığı krizlerle selülitlerini pareoyla bile gizleyemeyen orta yaşlı hatunlara dönmüş liberal ekonomide bile yer yok bu yaptığına kuzucuğum. Hala umudun varsa bu modelden yahut umudun olmasa da değiştirmek için elinden bir şey gelmediğine inanıyorsan ve hayallerin arasında krizi fırsata dönüştürmek varsa sana diyeceğim odur ki yatırım yap.

Unutmadan, yatırımı bana yapma da nereye yaparsan yap. Ben bana yatıranların hepsini yatırdım bugüne kadar, ona göre.

Güneydoğu'ya Mahpus

Seçim yorumlarını dinliyorum. Ağzı olan konuşuyor resmen. Hani çok şeye takıldım ama en çok şu "DTP bölge partisi olmaktan öteye gidememiştir." gibisinden laflara sinir oluyorum. Sen adamlara bölge dışına çıkma imkanı verdin mi de konuşuyorsun be adam? Merak ediyorum DTP'nin oylarının yüzde kaçı Kürt olmayan birileri tarafından verilmiştir. Çok küçük bir kısmı olsa gerek. Oysa bu adamlar herkesin bas bas bağırdığı solda güçlü bir parti eksikliğini giderebilecekler sen biraz dinlesen söylediklerini de destek versen. İşine gelmez ama böylesi. Adamların etnik kimlikleri dolayısıyla talep ettikleri haklara bakıp etnik siyaset yaptıkları etiketini vurup işin içinden çıkmak kolay elbette. Birkaç yerde denenen ortak aday taktiği de olmasa kimse DTP'nin sol söylemini göz önüne almak niyetinde değil. CHP'nin sosyal demokrat(!) bir parti olduğunu iddia eden medya desteğinin onda biri olsa DTP'nin arkasında Güneydoğu'ya hapsolmazde elbette bu parti.

Hadi soldaki yetersizliğe derman olma ihtimalini bir kenara bırakalım, adamlar kadınların siyaset sahnesinde yer alması için de başka hiçbir partinin yapmadığını yapıyorlar. Kazandıkları 57 il ve ilçe belediyesinin 13'ünde kadın başkanlar var. Sorarım, başka hangi parti böyle bir orana sahiptir? Yerel seçimler öncesi "Erdoğan, Baykal ve Bahçeli kadınların siyasete katılımı konusunda anlaştı." gibi ironik bir kampanya yürüten KADER DTP'nin bu başarısını örnek göstermeyi neden düşünmez acaba? Maçası mı yemez yoksa?

DTP, Güneydoğu'ya hapsolmuş mudur hapsedilmiş midir?

Konuştukça tepem atacak, boşveriyorum. Kimin ne hali varsa görsün. Yalnız bilinsin ki Kürt kimlik hareketinin siyaset sahnesindeki temsilcilerini ciddiye almadıkça terörü ciddiye almak zorunda kalacak bu ülke. Teröre daha fazla insan evladını kurban vermemenin yeter şartı olmasa da gerek şartıdır bu.

Kah Oradan Kah Buradan

Elveda Rumeli'nin müziklerini dinliyorum. Ne kadar yabancı bana; yine de ne kadar benden, bana dair. Anlıyorum ki sürüsüne bereket milliyetçi zırvanın sıralandığı bir dizi olduğunu sanmasaydım en başından bu diziyi izler ve severdim. (Ne olmuş yani benim de at gözlüklerim ve ön yargılarım var belli konularda. Kemalist bir de milliyetçi fikirlere tahammül edemiyorum işte. Değil kendilerini çağrışımlarını gördüğüm yerden koşar adım kaçıyorum.) Hoş televizyon izleme alışkanlığım olmadığı için bir yerden sonra bırakırdım herhalde takip etmeyi. Neyse işte, diyeceğim odur ki müzikler güzel. Hele şu Jarnana (umarım doğru yazmışımdır ismini) çok güzel, kalkıp oynayasım geliyor dinlerken.

***

Dün gece yatmadan önce seçimlerle ilgili ettiğim kelamlara göz attım az evvel. Meğer ne çok yamru yumru cümle kurmuşum. Buraya yazarken dilime çok dikkat ettiğimi söyleyemem, hatta bu yüzden üslubumun iyice bozulmaya yüz tuttuğunu da düşünüyorum ama adam akıllı saçmaladığım yerler olmuş. Cümlelerin öznesi nesnesine, nesnesi yüklemine girmiş, dolaylı tümleç hepsine dolaylı dolaysız bindirmiş, sonra hepsi bir araya gelip grup indirimi yapmış falan. Gecenin ilerleyen saatlerinde (şimdi olduğu gibi) salim kafaya ait izler git gide siliniyor anlaşılan.

***

Zihnimi uyuşturmak istiyorum, tavsiye edebileceği bir şeyi olan var mı? Uyku ilacı gibi bir şey değil istediğim, gün boyunca yeterince uyuyorum zaten. Gün içinde beni düşünmekten men edecek bir şeyler arıyorum. Bu kadar boş vakti olunca insanın, hele sabit fikirli birinde olduğu gibi düşüncelerin çivilendiği bir yer varsa, kafa durmadan işliyor. Bir müddet daha böyle giderse korkuyorum Konak'ta saat kulesinin önünde bas bas bağıracağım "Yok mu beni uyuşturan?" diye de gazozuma ilaç atacaklar. (Bağırırken başka bir şey diyeceğim sandın değil mi? Yemezler oğlum, daha o kadar sıyırmadım balataları. Sıyırma ihtimalim var ama, inkar da etmeyelim şimdi.)

***

Elveda Rumeli'nin müziklerinden bahsederek başladım yazmaya, aynı yerden bitireyim. İsyankar Yürek çalıyor şimdi. Daha ilk duyduğumda dikkatimi çekmişti bu şarkı. İki tane üçlüğü aktarıyor ve çekiliyorum huzurunuzdan. Selametle...

Sevmeden yaşanır mı?
Dağ dağa kavuşur mu?
Ağlasam duyan olmaz ki...
.
.
.
Sorsalar dile gelmez
Derdime umar olmaz
Sonsuzu bulan olmaz ki...

Yerel Seçimin Söylediklerinden Notlar

Gecenin bu vaktinde yurdum insanının siyasi kültürü, seçim sistemimiz ve geride bıraktığımız yerel seçimlerden çıkarılması gereken sonuçlar üzerine kapsamlı bir şeyler yazacak kadar kafam yerinde değil. Şimdi yazmazsam başka zaman da yazmam, bunu da iyi biliyorum. Şöyle iki üç cümleyle şimdilik aklıma gelenleri not edip sonra susayım en iyisi.

Efendim ilk olarak benim gördüğüm şudur ki DTP'nin daha önce hiç bu kadar güçlü olmayan devlet partileri (bu seçimde AKP) karşısında dahi birçok Güneydoğu Anadolu ilinde açık ara önde gitmesinden anlaşılacağı üzere "Hepimiz kardeşiz.", "Biz ayrıştırıcı değil birleştirici/bütünleştirici milliyetçiyiz.", "Kürt sorununu DTP olmadan da çözeriz." gibi işkembeden laflarla Kürt sorununa yaklaşırsanız fıs olursunuz anacım.

İkinci olarak, seçmenin dürüst siyasete sandığımdan daha fazla önem verdiğini gördüm. Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçim kampanyasına başlama biçimini taktik olarak doğru bulmamıştım. Bence aday gösterilir gösterilmez yolsuzluk dosyalarını açıklamayı vaad etmek yerine projelerini anlatmaya başlasaydı daha yüksek oy alabilirdi ama mevzu bu değil. Kendisini tanımam, o nedenle ne kadar dürüsttür gerçekten ne kadarı görüntüden ibarettir bilmiyorum ama İstanbul gibi bir şehirde AKP'yi bu kadar zorlamasından anladığım kadarıyla insanlar artık karşılarında dürüst siyasetçi görmek istiyorlar. Neden bir tarafa Topbaş'ı değil de AKP'yi, diğer yana da CHP'yi değil de Kılıçdaroğlu'nu koyduğumu herkes anlamıştır herhalde. Ben sadece seçimden önce "İstanbul'da Erdoğan su içtiği bardağı gösterip 'Adayım budur!' dese o bardak seçilir arkadaş." dediğimi ve yanıldığımı söyleyip geçeyim.

Ankara'da Erdoğan'ın yakasını bir türlü sıyıramadığı Gökçek'in seçilmesine şaşırmadım. MHP'nin bu kadar oy almasına da şaşırmadım zira Mansur Yavaş hem saldırganlıktan uzak söylemi dolayısıyla hem de AKP'nin küstürdüğü Altınok'un kendisini işaret etmesiyle AKP'nin oylarını böleceğinin sinyallerini önceden veriyordu. Ankara'nın bana verdiği mesaj odur ki CHP orayı istiyorsa Karayalçın gibi artık denenmekten suyu çıkmış kişilerle seçime girmekten vazgeçmelidir. Deniz Baykal'ın ömrü yettiği müddetçe CHP Genel Başkanlığı koltuğundan kalkmamak için kimseye prim yaptırmak istemediğinden böyle bir taktik izlemiş olma ihtimalini göz ardı ediyorum elbette bunları söylerken.

Gelelim tanışıklığımın beş yıla yaklaştığı ve yakında veda etmeyi umduğum İzmir'e. İzmir demişken bütün Ege ve Adana'ya kadar Akdeniz kıyılarından bahsedebilirdim ama diğer yerlerdeki siyasi atmosferin ne alemde olduğunu bilmediğimden sadece rakamlara bakarak laf etmek istemem, bu nedenle yalnızca İzmir'in bana söyledikleriyle yetineceğim. İzmir bana zaten bildiğim bir şeyi hatırlattı, bir Kemalist'le asla siyaset konuşulmaz. Aziz Kocaoğlu nasıl yüzde ellinin üzerinde oy alır anlamış değilim, diyeceğim ama anlaşılmayacak bir şey yok. İzmir'i kurtarılmış bölge ilan edenlerin neyi kurtardıklarına inandıkları gün gibi ortada. Benim merak ettiğim İzmir'i CHP'den kimin kurtaracağı.

Bir de beni şaşırtan sonuçlara değinip yatayım en iyisi. Birinci sıraya hangisini koyacağımı bilemiyorum ama Antalya'da CHP'nin kaybedilmiş kaleyi geri alması oldu galiba en çok şaşırdığım. İkinci sıraya koyacak olmasam da aksi gerçekleştiği için yeri gelmiştir diye Trabzon'u AKP'nin CHP'den almasına da bir hayli şaşırdığımı söyleyeyim. İstanbul'da Kılıçdaroğlu'nun AKP'yi bu kadar zorlamasını hiç beklemiyordum, hani neredeyse sevindim diyeceğim yanıldığım için. İzmir'de CHP'nin galip gelmesine değil de bu kadar fark atmasına şaşırdım, en azından belediyecilikteki beceriksizliğinden ötürü CHP'nin zorlanacağını düşünüyordum. Memleketim Artvin'de AKP'nin CHP'yi bu kadar zorlamış olmasına şaşırdım, beklenmedik bir şeydi benim için. Şimdilik daha başka belirgin bir şey gelmiyor aklıma.

Seçimden çıkarılacak derslerden bahsedecek gücüm yok şimdi ama AKP'nin biraz daha düşük oy alıp takkeyi önüne koyarak düşünmeye başlamasını isterdim, bunu yapacaklarını hiç sanmasam da. Şu durumda da düşünmeleri gerekir ya Erdoğan'ın açıklamalarından bu yönde bir izlenim edinmedim ben. Baykal'ın çok gecikmeden seçim zaferi ilan edeceğinden şüphe duymadığımdan CHP için söyleyecek sözüm yok. MHP şimdilik Bahçeli komutasında kargaşadan uzak dursa da oylarındaki artışın beni tedirdin etmediğini söylersem yalan olur. Oy artışı demişken SP'nin oylarındaki artışın Numan Kurtulmuş'a eşlik edebilecek birkaç kişiyle gelecek seçimlerde de kendini belli edeceğine şüphem yok artık. AKP'nin nerede durması gerektiğine iyiden iyiye karar vermesi gerektiğinin de göstergesi bu bir yandan. Gelelim DTP'ye. Mecliste grubunun bulunması bir hayli özgüven kazandırmış olmalı ki Güneydoğu'yu tabiri caizse silip süpürdüler. Onların da siyaset sahnesindeki acemiliklerinden bir an evvel kurtulmak için ellerinden geleni yaparak genel seçimlere daha güçlü girmek için çabalamalarını bekliyorum. Buna ek olarak, gerçek anlamda sol söylem geliştiren ve belirli bir tabanı olan tek parti oldukları için de solda çatı parti arayışlarında etkin rol almalarını da ümit ediyorum aynı zamanda.

Şimdilik bu kadar efendim söyleyeceklerim. Bir klişe ile tamamlayalım sözlerimizi. Sonuçların herkes için hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Safça Adam, Şaşkınca Adam

Sanılmasın ki sitemkarım, küskün yahut kızgımım. Şaşkınım sadece. Hani hiç beklemediğin biri cinsellikle ilgili şakalar yapar da şaşırırsın ya öyle işte. Şaşkınım.

Düz bir adamım ben. Patavatsız belki biraz ama düz. Köşeleri sivri biraz belki ama düz. Gizli kapaklı yanları olmayan bir adam işte. Biraz tanırsan elinin ayası gibi bileceğin bir adam işte. Kendinden başkasına yalanı olmayan bir adam. Herkesi kendi gibi bilen biraz, bu yüzden herkese inanan biraz, biraz safça bu yüzden, bir adam. Gün gelip önemsiz de olsa kendisinden saklanan bir şeyle karşılaşınca, hele beklemediği biri saklamışsa bunu, şaşıran bir adam işte. Neyin ne kadarının saklandığını tam olarak bilmese de şaşıran bir adam.

Sanılmasın ki sitemkarım, küskün yahut kızgınım. Şaşkınım sadece.

İkide İki

Bir bakalım elde ne var.

Önümüzdeki hafta Boğaziçi'nin başvuruları başlıyor ve başvuru yapabilmek için araştırma önerisi yazmam gerekiyor. İki haftalık başvuru süresinin bir haftasını kendime diğer haftasını olabilecek herhangi bir aksaklığın önüne geçmek için belgeleri göndermeye ayırsam önümde öneriyi yazmak için iki hafta var demektir. Ben şimdiye kadar birkaç makale indirmekten başka bir şey yaptım mı peki? Cevap veriyorum, hayır.

Yarın akşam İşletme Politikası (Business Policy) dersinden ilk vizem var. Hocası da kaçmak için fellik fellik delik aradığım danışmanım. Çok şeker ama işine önem veren ve önem verilmesini isteyen biri. Sözün özü çalışmam gerekiyor, aksi halde son dönemimde beklenmedik bir sürprizle karşılaşmam işten bile değil. Peki buna çalıştım mı? Cevap veriyorum, hayır.

İkide iki hayırla günün kaybedeni ilan ediyorum kendimi. Tebrikler!

Sevmek Kolay

Bir sıcak söz, bir demlik çay
İşte sevmek bu kadar kolay
Bastığımız toprak, gökyüzünde ay
Al tut elimi, bu kadar kolay

Göklere çıkmasak olmaz mı, olmaz mı
Yıldızları tutmasak?
Dağları delmesek olmaz mı, olmaz mı
Mecnun gibi yanmasak?

Her mevsim bahar, ılık bir rüzgar
Kapılsam gitsem, bu kadar kolay
Samanlık seyran, gönlüm saray
Al tut elimi, bu kadar kolay


Daha ben ne diyeyim, diline yüreğine sağlık Nadir Göktürk!

Nedir, Ne Değildir?

Ben bir neyim? Nasıl bir soru bu değil mi? Kendimi tanımlamayı istiyorum herhalde cevabında. Bir vicdan muhasebesi değil ama anlaşıldığı kadarıyla. Cevabını aradığım daha başka bir şey. Belki de yanlış bir soru sordum. Düzelteyim. Ben ne değilim? Ne değilim ki bugüne değin aşktan yana şansım yaver gitmedi?

Birincisi çulsuzun biriyim. Aşırı dozda romantizmle gözleri körelmemiş hiçkimse paranın önemini inkar etmeyecektir. Sözünü etmek istediğim kızlar paraya tapar mantığı değil. Biriyle birlikteysen onunla harcayacak kadar paran olmalıdır. Benim durumumda bu para neredeyse hiç olmadı. Daha doğrusu parayı kullanmayı bilmediğim için elime geçen para bu yolla değerlendirilmeye açık olmadı hiç. Çok param olsa onu da kullanmayı beceremezdim, eminim.

İkincisi hayalperestin tekiyim. Ayaklarım yere basmıyor. Bir hayal kuruyorum, peşine düşüyorum ama sonra öylece bırakıyorum. Sebatkar değilim, dikiş tutturamıyorum. Gelecek vaad etmiyorum bu yüzden. Belki doğru bir şekilde kullanıldığında iyi sonuçlar verebilecek bir zekaya sahibim ama alışılmış bir biçimde kullanmıyorum onu. Belki de hiç kullanmıyorumdur, bilmiyorum.

Bu iki sebepten ötürü rasyonel tercih sebepleri hanesine bir eksi koyalım. Gecenin bu saatinde bu türden başka sebepler bulabilmek için beynime yüklenmeyeceğim ama daha başkalarında da olumsuz sonuç vereceğimden şüphem yok. Gelelim diğer sebeplere. Peki ben daha başka ne değilim?

Eğlenceli biri değilim. Belki yanımdaki insanlar benimle olmaktan sıkılmaz ama benimleyken eğlendiklerini de söyleyemezler. İyi bir dinleyici olabilirim ama konuşmaya başladığımda her şeyi rahatlıkla berbat edebilirim. Hele espri yapmayı, insanları güldürmeyi hiç beceremem.

Yeni şeylere açık değilim. Eğlenmeyi bilmem. Değişik mekanlarda takılmam, fazla gürültüye gelmem, her müziği dinlemem, dans etmem, dahası dans eden insan görüntüsünü de sevmem. Kılın biriyimdir vesselam. Canlı müzik dinleyeceksem bir türkü kafeye giderim, dolaşacaksam sahilde bir çay içerim, alış veriş yapacaksam ilk girdiğim yerden ne alacaksam alır çıkarım, dene ve göre yanaşmam, beklemeye dayanamam... Bildiklerimin dışına çıkmam, tad vermem.

Velhasıl güzel vakit geçirilecek biri de değilim. Acını paylaşırım ama onu dindiremem yahut unutturamam. Üzüldüğünde başını okşarım ama bunu o kadar beceriksizce yaparım ki üzüntünü unutursun, sinirlerin bozulmaya başlar. Yanında kafanı dinleyeceğin biri değilimdir.

Düşünelim bakalım başka ne değilim.

Etkileyici biri hiç değilim. Müzikten anlamam, resimden, heykelden, fotoğraftan, sinemadan, tiyatrodan, edebiyattan bile anlamam. İnsanların ağzını açık bırakacak sözler söyleyemem. Taşı gediğine koyacak laflar edemem, alıntılar yapamam, hikayeler anlatamam. Yeri geldi sanıp anlattığım fıkraların hepsinden sonra neden anlattığımı açıklamam gerekir yersizliğinden ötürü. Sözünü edebileceğim maceralarım yoktur. Anlatabileceğim en değişik hikayeler yurt anılarımdır. Bunların bir çoğu herkesten duymaya alıştığımız şöyle haylazdım, böyle asiydim hikayeleridir zaten; bitse de sussam istersin.

Görgülü biri değilim. İnsan içinde nasıl davranılacağını bilmem. Nerede ne konuşacağımdan haberim yoktur. Kendimi neyse de yanımdakileri de utandırırım kimi zaman bu yüzden. Kibar biri değilim. Düşünerek nazik olmaya çalışırım fakat ara ara komik duruma düşerim nazik olmaya çalışırken. Bazen de çok fazla düşüncelilik yaptığım için soğuk biri gibi görünürüm.

Fark ettim ki şimdiye kadar fiziksel özelliklerimden bahsetmemişim hiç. Bu konuda söylenebilecek çok şey yok aslında. Göreceli bir kavram nihayetinde. O nedenle susuyorum ama yazıya bu konunun aklıma getirdiği başka bir yerden devam ediyorum.

Belki de en önemlisi kendine güvenen biri değilim. Kendini beğenmişin biriyim ama en ufak sarsıntıda gururum yerle bir olur çünkü koftur kibrim. Kendimi pohpohlar, pompalarım ama iş başa düştü mü havası kaçmış top gibi süner kalırım. Yabileceğimden emin olmadığım hiçbir şeye cesaret edemem. Korkağın biriyim.

Mesafe ayarlayabilen biri değilim. Kime ne kadar yaklaşacağımı kestiremem. İlgi göstermekle birini boğmak arasındaki farkı bilmem, ilgisizlikle serbest bırakmak arasındakini bilmediğim gibi. Ne zaman soru sorup ne zaman sessiz duracağımı sezinleyemem. Değişen ruh hallerine ayak uyduramam, insanlar hep aynı havadaymış gibi davranırım.

Daha devam ederdim ama liste uzar gider, tadında bırakmak gerek. Genel hatlarıyla ne olmadığımı anlamış bulunuyoruz. Bir kadının ilgisini çekebilecek sürüyle şeyden mahrumum. Hal böyle olunca aşkta kazanamıyor olmama şaşmamak gerek.

Bir benzetmeyle sonlandırmak istiyorum yazıyı. Canım Ailem'deki Halim karakterini diziyi takip etmeye başladığımdan beri kendime benzetiyorum. Son bir iki bölümü izlememiş olsam da değişen bir şey olduğunu sanmıyorum. Halim de tıpkı benim gibi, kötü değil, bilakis iyi biri muhtemelen. Lakin başka da bir numarası yoktur amiyane tabirle. Hazır dizilerden girmişken Aşk-ı Memnu'da denk geldiğim bir sahneden örnek vererek bağlayayım lafı Halim'e. Hangisi olduğunu hatırlayamadığım kadının biri hangisi olduğundan emin olamadığım başka bir kadına "Behlül başkadır. O çok tutkulu bir aşıktır." gibisinden laflar ediyordu. Ahsen'e "Halim nasıl biridir?" deseler cevabı ne olurdu acaba? "Halim? Halim iyidir." der ve susardı herhalde. Dizideki bir sahne de benim tüm söylediklerimi özetler herhalde. Seyhan'ın nikahtan kaçtıktan sonra yanına gittiği arkadaşıyla sohbetleri sırasında geçer bu konuşma. Onu da yazıp çekiliyorum huzurdan.

- Okuldayken iyiydiniz, seviyordunuz birbirinizi.
- Başka türlüsünü bilmiyordum ki...

.

Anlaşılır gibi değiliz
Tek bedende kaç kişiyiz
Hem yok eden hem de tanık
Ne esaslı karmaşa

Eziğim, Var mı Diyeceği Olan

Acar Külyutmaz iyi çocuktu
Önce biraz saftı sonra bozuldu
Televizyon patladı karıştı hatlar
Zavallıya da olanlar oldu


Doksanlarda çocuk olmakla ilgili yazılar, videolar dolanıyor ortalıkta. Bir çoğu yabancı bana onların, birçoğunu sadece isim olarak biliyorum o şarkıların, çizgi filmlerin, televizyon programlarının... Hatta bilmediğim fark edilince garip garip bakıldığı oldu zaman zaman yüzüme. Oysa öyle bakanlar doksanlarda sadece TRT izleme imkanına sahip olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Benim için doksanların liste başı pop şarkıları sadece Müzik Pınarı'nda rastladığımda bilinir olurlardı. Okul çıkışında yürümem gereken bir saatlik yolun bitiminde son dakikalarını izleyebildiğim ve baş tarafını bir yerde karşılaşırsam komşunun okula gitmeyen oğlundan öğrendiğim bir çizgi film vardı robotların arabaya yahut arabaların robotlara dönüşüp savaştığı, hala "Transformers mıydı o yoksa?" diye düşündüğüm. Her gün merakla aptal kutusunun başına geçtiğim bir okul sonu eğlencesiydi Acar Külyutmaz benim için.

Acar Külyutmaz bir gazetecidir. Şarkıda da dendiği gibi önceleri saftır biraz, ne adı gibi acardır ne soyadı gibi külyutmaz. Günün birinde televizyon patlar, televizyonun parçalarından biri beynine girer. Olanlar olur, Acar gözlerine baktığı kişilerin düşüncelerini okumaya başlar. İşte böyle saçma bir diziydi, zaten çok sürmedi kaldırıldı yayından. Yine de severdim ben onu, arkadaşsız dünyamda tek eğlencemdi o benim. Doksanlarda çocuk olmaktan söz eden çok kişi bilmez ama Acar Külyutmaz'ı, seçenekleri vardı onların. Seçenekleri olmayanların da doksanlarda çocuk olmaktan daha başka şeyleri vardır konuşacak.

Farkındayım, hiç sevmememe rağmen gariban edebiyatı yaptım. Bıktım ama her defasında yüzüme acırcasına bakılmasından.

Öksür Bakayım Çocuğum

Gözümüz aydın, ben de hasta olanlar arasına adımı yazdırdım. Perşembe günü Galatasaray maçını izledikten sonra eve döndüm. Koray Rüveyda’yı acile götürmüştü, ondan haber gelinceye kadar yatmayayım dedim. O ara bilgisayara bulaştım, hayli geç oldu yatıncaya kadar. Sabaha karşı sırtım açık kalmış galiba, uyandığımda üşüdüğümü hissettim. Boğazımda da hafif bir kaşıntı vardı. Oğlum şifayı kapacaksın galiba, dedim. Hava da biraz soğukmuş galiba, kalktıktan sonra da üşüdüm hafiften. Salona geçip ısıtıcıyı açtım, orda oturdum.

Dışarı çıktım sonra. Postaneye uğradım para almak için. Henüz gelmemişti havale. Babamı aradım gönderdiğini söyledi. Sonradan anlaşıldı işin aslı, Balçova yerine Bornova postanesine göndermişler parayı. Oradan çekilip Balçova’ya aktarıldı da alabildim paramı neyse ki. O arada koştururken iyiydim.

Öğleden sonra Tübitak’a burs başvurusu için koşturdum. İnternetten yapılacak başvurunun nesi için koşturdum değil mi? Kaydı tamamladıktan sonra çıktı alıp imzalamamız ve o çıktıyı gerektiğinde diğer belgelerle beraber göndermek üzere saklamamız gerekiyormuş. Çıktısını almamız gereken sayfanın ayrı bir dosya halinde olduğunu bilmediğim için riske girmeyeyim diye internet kafeye gidip her an çıktı alabilecek durumda olmak istedim. Evin hemen karşısında olduğu için sırtıma bir hırka alıp çıktım. Aksilik üzerimde bozuk yoktu ve onlarda da yokmuş bozuk para. Elli liradan daha düşük bir miktarda para çekmek için yüz-yüz elli metre mesafedeki bankamatiğe yürüdüm fakat acıyla fark ettim ki oradaki bankamatik kaldırılmış. Hava güzeldi, biraz yürüyüp bankaya kadar giderim dedim. Oradaki bankamatiklerde de bozuk para olmadığını görünce tepem attı, gider bir şeyler alır bozdururum parayı dedim.

Yürüye yürüye Susuzdede Parkı’nın altındaki Tansaş’a geldim. Saç kremim bitmişti, onu alayım bari dedim. Baktım baktım benimkinden kalmamış. Ne alsam diye bakınırken tıraş jelimin de bittiğini hatırladım. Gittim ondan aldım bir tane ve para bozdurma görevini tamamlamış oldum. Parkın içinden yürüyerek yokuşu çıktım. Kafeye geldiğimde boğazımın yeniden kaşınmaya başladığını fark ettim. Galiba yürürken bir güneşe çıkıp bir gölgeye girince sırtımda da kalın bir şey olmadığı için üşümüşüm. Üstüne bir de Susuzdede’nin yokuşunu ekleyince biraz zararlı olmuştu anlaşılan yürüme işi.

Başvuru sayfasını açtığımda önceden kaydettiğim bilgilerin silinmemiş olduğunu görünce sevindim. Onay sayfasını tekrar okudum fark etmediğim bir şey olmasın diye. Her ihtimale karşı onun çıktısını alıp öyle onayladım. O zaman gördüm ki çıktısı alınması gereken sayfa pdf dosyası olarak veriliyormuş. Bunu bilsem evde paşa paşa kaydımı yapar, dosyayı kaydedip daha sonra çıktısını alırdım. Neyse, daha fazla sorun yaşamadan başvuru işlemini tamamladıktan sonra döndüm eve.

Akşama doğru Koray eve dönmeyince merak edip mesaj gönderdim. Tam o anda da o bana mesaj yazıyormuş. Güzel bir rastlantı oldu vesselam. Bornova’da Bülent Ortaçgil ve Ezginin Günlüğü’nün konseri varmış. Giriş ücreti de 20 liraymış. Gideriz adamım, dedim doğal olarak. Dedim ama Koray eve gelinceye kadar geçen sürede boğazım daha kötü oldu. Gidip gitmeme kararsızlığındayken Koray Rüveyda’nın benim geleceğimi duyduğunda sevindiğini söyleyince sesimi çıkarmadım. Rüveyda’yı evden alıp İzmirspor’da Esra’yla buluştuktan sonra metroya bindik. Tam Bornova’ya varmıştık ki bizimkiler konsere gitmekten vazgeçip karaoke bara gitmeye karar verdiler. Doğruca Alsancak’a yollandık. Allah vere fiyatlar pahalı geldi de çıkmaya karar verdiler yoksa o gürültüde kafayı yerdim ben. Bir dakika sonra dışarı çıktığımızda kulaklarımın teptiğini gördüm. Ben ne mazbutmuşum ya! O gürültüde insanlar durabiliyorlarmış meğer.

Oradan çıkınca ne yapsak ne etsek diye düşünürken önce ucuz bir yerde hafif demlenip sonra bir kulübe falan gideriz diye karar aldık. Tabi ben böyle arada gezerken iyice kötü oldum. Hoş güzel bir bahanem oldu, alkol almamış oldum böylece.

Yoruldum yazmaktan, kısa kesiyorum devamını. Önce bir bara gittik. Oradan çıkınca Esra’nın tango kursu aldığı yere uğradık. Orada biraz dans edenleri izledikten sonra Esra’yı bırakıp gidilecek bir yer aramaya başladık. Ben aslında eve dönmek niyetindeydim ama nedense takıldım onlara. Sonra bir yerde oturduk. On on beş dakika kadar canlı müzik dinleyebildik ancak, sonra program bitti. Biraz daha oturduktan sonra kalktık biz. Esra’yı bekledik bekledik gelmedi. Tam çıkarken karşılaştık. Kurstan arkadaşlarıyla gelmişlerdi. Onları orada takılmak üzere bırakıp çıktık biz. Ufaktan bir hesap kitap yaptıktan sonra taksiyle eve dönmenin daha uygun olacağını düşünüp atladık bir taksiye doğru eve geldik. Bu hesabın nasıl yapıldığına da değineyim biraz. Çıktığımızda saat bire beş vardı. Bir sonraki baykuş tam bir saat sonra Konak’tan kalkacaktı. Bu bir saatin yarım saati yürümekle geçecekti. Diğer yarım saat için Koray’ın söylediği “Ben bir şey yemek isteyeceğim. Kişi başı dörder liradan hesaplasak on iki lira yemeğe. Dört lira da baykuşa vereceğiz etti on altı lira. Taksiye binsek on dört liraya evdeyiz. Bir makarna yapar yeriz.” oldu. Hak verdik atladık taksiye. Eve gelince birkaç dakika nette takılıp yattım sonra.

Bunca lakırdıyı ettikten sonra diyebilirim ki şimdi düne göre biraz daha iyi gibiyim ama hala öksürüyorum ara ara.

Bugünün aklıma takılan şarkısı Funda Arar’dan Cam Kırığı. Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Bilgisayarda uzun zamandır Funda Arar bulunmadığı için Youtube’dan dinliyorum. Cam Kırığı Funda’nın ilk albümü Sevgilerde’den. O albümde Sonu Yok Bu Aşkın’la birlikte en sevdiğim şarkı. Bulabilsem müzik çalara koyacaktım ama yok. Ne yapalım, kısmet değilmiş.

Ne zaman düşünsem senden sonra adını
Cam kırığı kanatır gözlerimin akını

Ağlayacağım Biraz Bugün

Başıma ne geldiyse çok konuşmamdan geldi. Art niyetli oldum niyetim açığa çıktı, iyi niyetli oldum ya ucu birine battı ya yanlış anlaşıldı. Bu kadar kötü müydüm; bunca ters, mızmız, yalancı, sahtekar, numaracı, oyunbaz, ikiyüzlü müydüm; o denli bencil miydim be söylediklerim iyi niyet eleğinden geçirilip tekrar değerlendirilmedi hiç. Hep kırgınlıkla, hep kızgınlıkla boğuştum; hep dediğimi bir de ne demek istediğimle tekrar etmek zorunda kaldım. Neden? Neden ya kimse de çıkıp "Ben bu çocuğu tanıyorum; biraz salaktır ama kalbi temizdir, bir şey söyledi yahut yaptıysa kötü niyetli değildir." demedi, diyemedi? Evet safım, evet ne yaptığımı bilmiyorum kimi zaman, evet önünü sonunu düşünmeden hareket ediyorum ama insaf edin kimse için kötü bir şey istemiyorum. İstediklerimin peşinde koşuyorsam sonunun güzel olacağına inandığım için, düşüncelerimi inatla savunuyorsam bir faydam olacağını sandığım için... İçimden, lanet olsun, sözü her geçtiğinde Allah'tan korkuyorsam ve gerçekten lanet okuyamıyorsam insanları hala sevdiğim içindir. Yapmayın be abi, insaf edin, vurmayın artık. Yoruldum artık. Müsebbibi benim yorgunluğumun, ne ettimse çok konuştuğum için kendime ettim ama acıyın biraz.

.

Biliyorum, seni sevmek yeni yalnızlıklardır...
Hicri İzgören

Vış Heyvan

Öküz gibi yedim ayıptır söylemesi. Yeşil mercimekle makarna yapmıştım, acıkmışım, yedikçe yedim. Bir de göbeğimi kaşımaya başladım ki değmeyin keyfime. Oh, mis!

Nerede Kalmıştık?

Yazmayı özlemişim galiba, kaptırmış gidiyorken birden Toefl sonucum açıklandı mı diye bakmak geldi aklıma. Gelmez olsaymış, bakar bakmaz dağıldım. Beklemiyordum bu kadarını, heyecanlandım. Toefl Ibt'ye girmiş olanlar yahut bir şekilde alakası olanlar için puanımı yazıyorum: 102. Sınavın 120 üzerinden olduğunu düşünürsek fena bir puan değil. Benim 80-85 beklediğimi düşünürsek gayet iyi. Kıyaslama yapmak için Boğaziçi'nin yüksek lisans başvurularında alt sınır olarak 80 istediğini söyleyeyim, net bir fikir oluşsun kafalarda. Neyse, geçelim bunu ve gelelim söz verdiğim fotoğraflara.


Kordon'dan bir görüntü. Ben anlamam ama estetik değil bu diye düşünen olur diye söylüyorum yürürken çekildi bu fotoğraf.


Pasaport İskelesi. Fark ettim ki Pasaport İskelesi'nden vapura binmemişim hiç. İzmir'den ayrılmadan evvel mutlaka bir kez binmek istiyorum.











Mahsum.



Ve bendeniz.

Not: Üstadın fotoğraflarını çekme cüretini gösteremediğimiz için yalnızca Mahsum'la benim fotoğraflarımız vardı, ondan koyamıyorum. Kasıt aranmasın(!)

Ordan Burdan

Ne günler geçiriyorum ya! Yatsam uyuyamıyorum, kalksam oturamıyorum, evde duramıyorum, dışarda kalamıyorum, yalnız yapamıyorum, kalabalığa gelemiyorum... Hep bir devinim halindeyim ama hiçbir şeyden adam gibi tad alamıyorum. Zaten çok zaman ne yaptığımı da bilemiyorum. Yine de fark ettim ki uyanık kalmak yatakta dönüp durmaktan, dışarda olmak evde oturmaktan, arkadaşlarımla olmak yalnız kalmaktan daha iyi geliyor bünyeme. Ona uygun hareket etmeye çalışıyorum.

Yürümeyi yaşam biçimi haline getirmek üzereyim neredeyse. Her gün az biraz yürüyorum son zamanlarda. Dün yürüyüşe çıkmadım, garip hissettim kendimi. Bugün de çıkmadım henüz ama birazdan vururum kendimi sahile herhalde. Adam akıllı yol yaptığım da oluyor bazen. Geçenlerde İnciraltı'ndan eve kadar yürüdüm. Kent ormanının içini gezdim biraz yol üstünde olduğundan. İyi hoş ama biraz kıyıda köşede kalmış gibi. Yaz günleri kalabalık olabilir ama, bilemiyorum.

Çarşamba günü de evden Konak'a yürüdük Burak ve Mahsum'la. Kordon'da birer çay içtik. Bol bol fotoğraf çekti Burak çay içerken. Birkaç tanesini eklerim yazının sonuna. Beni de çekti iki üç defa. Sevgi Yolu'na kadar gittik. Ordan geri döndük. Kızlarağası'nda salep içmek istedik ama sansımız yokmuş, salep kalmamış. Birer çay da orada içip yolumuza devam ettik. Bahribaba'dan otobüse binip eve döndük. Burak da geldi, yemek yaptım ben, afiyetle yedik. On biri biraz geçiyordu Burak gittiğinde. Gitmeden evvel günlüğe arkaplan seçtik bir tane, şu an fonda olanı. Çerçevelerin içi maviydi, sevmedi onu, fotoğrafı gönderdim kendisine, fotoşopla rengini değiştirdi. İyi de oldu bence. Bugün de dersten sonra çağırdım gelsin diye, bakalım gelir belki akşama.

Dün de dersten sonra İnciraltı'na gittik nargile içmeye. Bayağı kalabalıktık. Ben, Koray (organizatör), Derya, Ayhan, İnci, Ali, Burak, sonradan gelen Bilge ve ondan da sonra gelen Onur. Yedik, içtik, eğlendik. Sohbet etmeye fazla fırsat bulamadık, maç başladı çok geçmeden. İyi de oldu aslında. Anladım ki dostlarımla birlikte olmayı istiyorum ama konuşmak zor geliyor.

Dağıldım şimdi, Toefl sonucunu öğrenince dikkat diye bir şey kalmadı. Daha sonra devam ederim. Fotoğrafları da koyarım bir sonraki yazıya, söz.

Sağlıcakla...

İmkansız

Biz bu şiiri Zekai Tunca'dan Rüyalarım Olmasa adıyla şarkı olarak dinlemeye alışmıştık. Bugün televizyonda şairin, Cemal Safi, kendi sesinden şiirin tamamını dinledim. Yaş geliyordu gözlerinden okurken. Sulandı, doldu gözlerim, tutmasam kendimi benim de dökülecekti birkaç damla gözyaşım. Neyse, yazalım başkaları da okusun.

Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor, yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa

Zor mu geldi kalbinde bana sevgi saklamak
Yakıp gittiğin yeri dönüp bir kez yoklamak
Değil sabaha kadar seni öpüp koklamak
Seni sarmam imkansız rüyalarım olmasa

Sevmesem özler miyim seni can pahasına
Ne olur bir fırsat ver, beni bir daha sına
Adını söyleyemem senden bir başkasına
Seni sormam imkansız rüyalarım olmasa

Düşlerimde incitsem günlerce uyuyamam
Sana değil, saçının bir teline kıyamam
Yıllar sonra dönsen de "Nerde kaldın?" diyemem
Seni kırmam imkansız rüyalarım olmasa

Yalvarırım mektup yaz beş dakkanı ayır da
Su serp yanan sineme sağlığını duyur da
Yaban gülü gibisin dağda, kırda, bayırda
Seni dermem imkansız rüyalarım olmasa

Cemal Safi

.

Alışkanlıklar insanı köleleştirir.* Köleleşmeyin!
*Jean Paul Sartre