Güzel Kimin Olursa Olsun Ben Güzele Güzel Derim Arkadaş

Dün ilk kez yemek yaktım. Köyde ekmek pişirirken dahi -ki zaman zaman gerçekten zor bir iş olabiliyor- siciline (neredeyse hiç) leke değdirmemiş olan ben dün yemek yaktım. Nasıl mı? Anlatayım da okuyun.

Akşam yemeği için patates yapmaya karar verdim ve eve dönerken manavdan gerekli malzemeleri (gerekli malzemeler de ne, patates ve soğan, biber bile almadım evde var diye) aldım. Bir miktar baharat, yemek yapmadaki kabiliyetim ve yemeğe katacağım sevgiden başka hiçbir şeye sırtımı yaslamadan sade bir patates yemeği olacaktı. Yemeği yapmaya ve bir yandan da bizimkinin eve gelmesini beklemeye başladım. Ezanın okunmasına beş dakika kadar kalıp da bizimkinden ses çıkmayınca ofisini arayıp gelip gelmeyeceğini sordum. İşi varmış, sen ye dedi. Saate baktım, patateslere baktım, Ramazan'ın sonuna kadar (şunun şurasında iki gün) Yargıç Amy'i izlememeye karar verdim. Patateslerin istediğim kıvama gelmesi için on beş dakika kadar daha pişmesi lazımdı. Ezan okunmaya başlayınca nasılsa tek başımayım diye kendi payımı aldım ve patateslerin biraz daha pişmesi için yemeği ocakta bıraktım. Niyetim birazdan gidip altını kapatmaktı. Ne var ki ben yemek yerken TNT'de Serendipity başladı. Kendisi benim Kate Beckinsale ile tanıştığım (yüz yüze değil elbette, nerede o günler!) film olduğu için ekrana kilitlenip kaldım. Yemek bitti ama ben yerimden kıpırdayamadım çünkü ağzım bir karış açık bir biçimde Kate'in olduğu herhangi bir sahneyi kaçırmamak adına televizyona bakıyordum. Reklam arasında sofrayı toplamaya başladım ve mutfağa girerken ortalığı yanık kokusu aldığını fark ettim. Kafamı ocağa doğru çevirinceye kadar komşular bir şey yakmış zannediyordum. Birden yemeğin altının hala açık olduğunu gördüm ve olanlar o an kafama dank etti.

Yemeğin yanması Kate'in suçu değil muhakkak ki. O benim dangalaklığım. Peki Kate'in hiç mi suçu yok? Olmaz olur mu? Kate'in çok büyük bir suçu var, insanlığa karşı. O denli güzel olduğu bir zamanda kamera karşısına geçip benim gibi binlerce (belki milyonlarca) kişiyi karşılık alamayacakları bir aşka sürükleyerek insanlık suçu işlemiş. Gerçi kadın her yaşta güzel, şimdiye kadar gördüğümde dibimin düşmediği hiçbir fotoğrafı olmadı herhalde ama o filmde bir başka güzel yahu! Of of! Yanıyorum ulen!

Bence yapımcılar bu konu üzerinde biraz düşünmeli. Tamam, ekranda yakışıklı erkeklerin ve güzel kadınların bulunması seyirciyi çekmek açısından çok önemli ama her şeyin bir sınırı olduğu gibi bunun da bir sınırı olmalı. Oyuncu seçerken baktın düşündüğün kişi o sıralar haddinden fazla yakışıklı/güzel başka birini seç arkadaşım. Altı ay sonra git o kişiyle başka projede çalış, olmaz mı? Bize de yazık canım. Bizim de canımız var, biz de insanız. Blade 3'te Jessica Biel'i gördüğüm zamanı hatırlıyorum da... Requiem for a Dream'de Jennifer Connelly'i, Devil's Advocate'te Chalize Theron'u... Charlize Theron demişken, Aeon Flux'ın sonunda Marton Csokas'ın " Hey Katherine! Will I see you again?" deyişinin ardından bir dönüp bakışı var ki...

Tamam tamam sustum. Müsaadenizle ben bir müddet erimeye gidiyorum.
0 Responses