İstanbul Hatırası

Merhaba sevgili dostlar. Uzun zaman oldu değil mi görüşmeyeli? Sizleri nasıl özledim bir bilseniz. (Kes traşı!) Anlatacak o kadar çok şeyim var ki...

29 Ekim Cuma günü olunca haftasonu ile birlikte nurtopu gibi 3,5 günlük bir tatilimiz oldu. Bizim arkadaşlar bu güzelim tatili bir araya gelerek değerlendirelim demişlerdi yaklaşık bir ay önce. "MEYhane we have to go back!" etkinliklerinin ikincisini İstanbul'da düzenleyelim dediler. Bizim tayfanın çoğu İstanbul'da olduğu için artık orada toplanmak daha kolay ve akıllıca olacaktı. Ne var ki bendeniz para sıkıntısı çektiğim için gitmeyecektim. Bunu duyan bizimkiler sağolsunlar bana masraflar için fon ayırmışlar. Ben hiçbir şeyi düşünmeden kalkıp gidebildim böylece.

Bizim arkadaşların neredeyse hepsi Üsküdar'da toplanmışlar. Böyle olunca bir araya gelmek, kalacak yerleri ayarlamak ve sabahları toplanacağımız saatlerde birbirimize baskı kurmak kolay oldu. Ayrıca Anadolu Yakası'nda dolaşma fırsatını pek bulamamış benim için de oralarda birkaç yer daha gezme olanağı oldu. Üsküdar'da hiç dolaşmamış, Kız Kulesi'ni o kadar yakından görmemiştim mesela. Kanlıca'ya da gitmemiştim.

Evlerin birbirine yakın olmasının bir diğer avantajı da gece geç vakitlere kadar bir yerde kalıp daha sonra diğer evlere dağılmaktı. Gecenin dördü beşine kadar oturup monopoly, batak, counter strike oynayabildik böylece. Onca zaman sonra bir araya gelen insanların sohbet etmek yerine neden bu oyunlarla vakit geçirdiğini merak edebilirsiniz. Bunlar bizim anıları tazelememizi sağlıyorlar. Yurtta vakit geçirmenin en iyi yoluydu bu oyunlar. Hele final zamanlarının olmazsa olmazları. Herkes işinden gücünden, hayatında nelerin değiştiğinden bahsettikten sonrasını bu oyunlara ayırınca maziyi yad etmiş olduk.

Maziden, anılardan bahsetmişken söylemeden geçemeyeceğim bir şey de bu seyahatin benim için İstanbul anılarımı da gözden geçirmeme vesile olduğudur. Tesadüf dedikleri bu mudur bilmem -tevafuk da denebilir elbette- gittiğimiz yerlerin pek çoğu vaktiyle gitmiş olduğum yerlerdendi. Çengelköy'deki Çınaraltı Kahvesi ve Tophane'deki çay bahçesi (ismini hatırlamıyorum) bunlardandı örneğin. Eminönü'de balık ekmek yedikten sonra Mısır Çarşısı'na uğrayışımız da daha önce aynı sırayla yaptığım bir şeydi. O gün Pierre Loti'ye çıkmak nasip olsaydı iyice perçimlenecekti ama program tam istediğimiz gibi yürümediği için o kısmı kaldı. Ayrıca arkadaşları Ağa Kapısı'na götürdükten sonra (ben götürdüm, evet) Lalezar'ı görüp orada da oturmak istemeleri ve daha önce oturmuş olduğum masayı seçmiş olmaları da bu tekrarlardan ilginç bir tanesiydi. İşin güzel yanı geçen sene bu vakitler başıma gelse canımın yanacağı bu şeyler bana keyif verdi.

Bunca güzel şeyin yanında elbette ters giden bir şeyler olmalıydı. Nitekim oldu da. Böyle yoğun bir haftasonu az uykuyla birleşince vücut direncimin düşmesine neden oldu. Bunda ev yemeklerinden uzak kalışımın da etkisi var elbette. Üstüne İstanbul'un soğuğu da eklenince (bilhassa akşamları boğazda rüzgarın çıkmasıyla) bendeniz şifayı kaptım. Öyle aman aman bir hastalığım yok ama bünye zayıflayınca kurtulmak güç oluyor. İyice dinlenmeye ihtiyacım var kendime gelebilmem için. Dönüş yolunda buna iyice kani oldum zaten. Serviste uyuklamaya başlamıştım ve otobüse biner binmez sızdım. Öyle ki sadece gecenin bir vakti uyandım ve muavinin az ötede olduğunu görünce su isteyip içtim o kadar. Sonrasında İzmir'e ininceye kadar yeniden uyudum. Gelin görün ki otobüste uyuyunca pek dinlenmiş olmadım. Eve geldiğimde tutulan kaslarım açılsın diye kollarımı sağa sola açıp öne arkaya eğilmeye başlayınca her yanımdan kütürtüler geldi. Hele öne doğru ilk eğilişimde kaburgalarımdan mı yoksa omurlarımdan mı geldiğini tam anlayamadığım makineli tüfek sesleri...

Şimdilik bu kadar. Aklıma gelen başka şeyler olursa sizinle paylaşırım elbette. Sevgiler.
9 Responses
  1. Rabiagovic Says:

    Bir akşam üzeri. işyerinde sıkıntıdan patlıyorken, sık kullanılanlar kısmının en alt bölümüne sıkışmış kalmış blogu ziyaret etme durumunda bulunduğuma ne de sevindim. gülümsetti beni.
    efendim, hiçbir çıkarım olmaksızın gülümsediğim satırlarınıza teşekkür ederim.


  2. çer çöp Says:

    Ben okuyucularıma seslenirken kendimle dalga geçiyorum aslında nasılsa burayı takip eden herkesten haberim var diye. Meğer bilmediğim takipçilerim de varmış. :) Sizi gülümsettiysem ne mutlu bana.


  3. Rabiagovic Says:

    Gizli takipçiler, evet:)

    ağğakapıısıından istanbulu seyredip lalezarda üşşümek pahasıına da olsa oturmaktan zevk alan takipçiler üstelik...

    aslında biz insanların çıkarları olmasa ne çok ortak noktamız var.
    ne çok istanbulumsuyuz aslında...


  4. çer çöp Says:

    İstanbulumsu, sevdim bu ifadeyi. Ben bunu "şehrin ruhu bana çok uygun" gibi bir ifadeye sığdırmaya çalışıyordum. Sizinki daha güzel. Caddelerin kalabalık olmasını sevmesem de bu şehri sevdim ben. (Bunun sadece ziyaretçileri için geçerli olduğunu söylüyorlar gerçi.) İstanbul'da kaybolmaktan hiç korkmadım mesela. Bir şekilde yolumu buldum. Hem de kaybolduğum hissine hiç kapılmadan. Kimseye sormadan pek çok yere yalnız başıma gitmişliğim var. (Çok uzattım, farkındayım. Demem o ki, sanırım ben İstanbulumsu'yum.)


  5. Rabiagovic Says:

    Ben seviyorum uzun upuzun cümleleri. Böyle hiçbir şeye aldırmadan yazılan blog yazılarını da üstelik. kasıntısız, kesintisiz, rtük korkusu olmayan:)


  6. çer çöp Says:

    Burada onlardan bol bol bulacağınızdan emin olabilirsiniz. :) Gerçi sık kullanılanlara aldığınıza göre zaten aşinasınız demektir buna.
    Biz (ben ve ben) de sizden bekleriz artık gönlünüzden koptuğu gibi cümleler.


  7. Rabiagovic Says:

    aslında siyah zemin gözlerimi epeyce yoruyor. ama yine de teşekkürler yeniden. ve merhaba.


  8. çer çöp Says:

    Yazı rengini biraz açarsam belki daha az yorulur gözleriniz. Söylediğiniz için teşekkür ederim.
    Bittabii size de merhaba.


  9. Rabiagovic Says:

    Sanırım şu an itibariyle sizden daha karanlık oldum:) ben de teşekkür ediyorum. ve tabi ki tek izleyicim olaraktan yorumlarınızı da bekliyorum:)illa ilgi illa ilgi:)