Nefret

İnsanoğlu en çok gizliden gizliye kendi içinde barındırdığı şeylerden nefret edermiş. Ben en çok ikiyüzlülükten nefret ediyorum. Ben ki tanıdığım en ikiyüzlü insan!

.

Bir nebze afyona ihtiyacım var. Her ne çeşidinden olursa olsun bir tutam beyin uyuşturucu lazım bana. Ta ki düşünmeyeyim yahut sadece bir tek şeyi düşüneyim. Böyle hem hiçbir şey düşünmeden hem her şeyi düşünerek çok yoruluyorum.

Dokunmayın Erdoğan'a Haklıymış

İnsanlar Erdoğan'a kızıyordu şu teğet geçme muhabbeti yüzünden. Adam haklıymış yahu! Ajdar Anık'ın ulusal televizyon kanallarına çıktığı fakat herkesin normal bir şekilde hayatına devam ettiği bir ülkede hangi kriz teğet geçmez sorarım size. Yanında bir de Müslüm varmış artık. Gördüm neler yaptıklarını. Yemin billah normal bir toplum olsak sosyal patlama olurdu bunlardan sonra. Bakıyorum herkes dün nasılsa bugün de aynı. Değil ekonomik kriz, yeryüzünün on katı büyüklüğünde meteor olsa teğet geçer şerefsizim bu ülkeyi.

.

Kaleminden gözyaşı damlayan biri olmak isterdim. Gözyaşı ki temizlesin, pir-ü pak etsin kararan yüreklerimizi. O aktıkça, akıttıkça gözyaşlarımızı arınalım kir pasımızdan, bir bebek kadar masum, bir melek kadar saf olalım; bir ihtimal.

Kaleminden kan damlayan biri olmak isterdim. O kan ki ne dostlarıma ne düşmanlarıma ait olsun; bizzatihi bana, benim damarlarıma, benim bedenime, benim yüreğime ait olsun. Hani enginlerce engin olsun istediğim ama bir kaşık kadar dar, içine düşeni boğan yüreğim. "Ne olursan ol gel!" diyemediysem de can bedendeyken, yarın hesap gününde "Birkaç damla kan aktı yüreğimden/ İnsanlık uğruna düştü kağıda kalemimden." diyebileyim; bir ihtimal.

Giderek Kayboluyorum

Giderek kayboluyorum. Ruhsal değil ama bu kayboluş sanki, bildiğin fiziksel olarak kayboluyorum. Ruhsal kayboluşun verdiği bir his belki de bu fiziksel kayboluş sanrısı bilmiyorum. Düşündüğüm zaman beni ben yaptığına inandığım değerlerden uzaklaşmış hissetmiyorum ama kendimi çok fazla. Ezelden beri (hadi ezelden kastım liseye başladığım zamanlar olsun) hafif suçlulukla fark ettiğim dindarlıktan uzaklaşmayı bir kenara koyarsak elbette zira onu senelerdir azar azar yaşıyorum ve ani bir değişiklik yok son zamanlarda. Peki ne olabilir bu ruhsal değişiklik? Fikirler bazında değilse ne yönde olabilir? Sanırım özgüvenimi kaybediyorum ağır ağır. Bu da fiziksel olarak kaybolmaya başladığım hissini veriyor bana galiba. Nasıl mı?

Giderek kayboluyorum. Giderek daha fazla başım önde yürüyorum. Daha fazla geriden, insanların gerisinden yürüyorum. Çocukluktan beri alışkanlık haline getirdiğim gibi tek elimi sokmuyorum da pantolonun cebine (kumaş yahut keten pantolon elbette kastım) iki elimi birden sokuyorum. Başımla beraber omuzlarım da düşüyor sanki git gide. Hatta sırtımın bile eğildiğini hissediyorum.

Giderek kayboluyorum. Git gide silindiğini hissediyorum fiziksel varlığımın. Siliniyorum. Siniyorum belki de. Sinikleşiyorum. Belki, diyorum, belki sinikler (kinikler) gibi erdem peşinde koşuyorum artık daha fazla. Belki de kendimi avutuyorum, kayboluşumun sonuçlarının iyi olduğuna inanmaya çalışarak.

Giderek kayboluyorum.

19:30

Anladım ki...

Anladım ki yazı benim mecram değil. Kalem oynatmak, kaleminden kan değil belki ama gam damlatmak benim harcım değil. Yakmak ve yıkmak kolay yazarken ya ağlamak ve ağlatmak kolay mı o kadar? Bana değil, hiç değil. Şiirden anlamayan, şiirin dünyasına giremeyen bir adama ağlamak da ağlatmak da mümkün değil. Yakışmıyor bile.

Belki de sıkıntım bu şu aralar. Sıkıntım ağlamak istemem, ağlatmak biraz da. Lakin mürekkebi yetmiyor kalemimin. Akmıyor daha doğrusu. Tıkanıp kalıyor kalem ucunda mürekkep, donuyor. Hani soğuk havalarda donar mürekkep de kalemin ucuna nefesini verirsin ya (basbayağı hohlarsın işte canım) öyle nefes istiyorum, arıyorum. O nefes ki ısıtır, ılıtır mürekkebi bir nebze şiire ihtiyacım var benim de kalemimin, elimin, dilimin, yüreğimin ılınması için. Gel gör ki ben anlamıyorum şiirden, iklimine uyum sağlayamıyorum onun, hemhal olamıyorum şiirle. Öyle uzak, öyle yabancı bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum sadece. Sonra, sonra susuyorum.

Dönmek, Mümkün mü Artık Dönmek?

Yeniden blog alemine dönesim var. Öyle ağlak zırlak değil ama, böyle bu blogun ilk açıldığı zamanlarda olduğu gibi düşündüklerimi yazdığım bir blog olsun istiyorum. Yine boş konuşayım istiyorum vesselam. Boş konuşayım ama konuştuklarım konuştuklarım konuştuklarım... Öyle işte.

Nafileden Wasowsky'e

Efendim google analytics sağolsun trafik kaynaklarını falan görmemizi sağlıyor. Yönlendirmelere baktığım zaman yaşı küçük aklı büyük kardeşim olarak gördüğüm Gizem'in sitesinden yönlendirmeler olduğunu da görüyorum. Kendisinin arada bir buraları kolaçan ettiğini düşünerek aşağıdaki satırları ona yazıyorum. (Yukarıdakileri kime yazıyorum acaba?)

Sevgili Gizem,

Öyle mektup havasında girdiğime bakma mektup yazmayacağım. İstediğin bir bölümü kazanmana çok sevindim. Hele hele orada halinden memnun olmana daha çok sevindim. Umarım devamı da böyle gelir. Hayal kırıklıkları olmadan severek yaparsın işini ve okuduğun bölümü severek çıkarırsın üniversitenin tadını.

Kazandığın haberini alır almaz (okur okumaz desem daha mı doğru olurdu?) tebrik etmek istedim aslında ama kayıtlarına yorum yapamıyorum. UtqWeb de kapalı olduğu için onun açılmasını bekledim oradan mesaj göndermek için. Bugün gördüm, açılmış ama nedense mesaj gönderemiyorum. Ben de burdan deneyeyim şansımı dedim. Bunu daha önce neden akıl edemedim bilmiyorum. Neyse, geç de olsa biraz güç de olsa kabul et artık. Tebrik ederim efendim.

Bu arada; çok mu çalıştırıyorlar, gezmekten vakit mi bulamıyorsun yoksa gönlünü başkasına mı kaptırdın ne yaptın bilmiyorum ama blogun biraz daha ilgi bekliyor senden ya da ben daha fazla şey okumak istiyorum, bilemedim şimdi.

Öyle işte. Sağlıcakla kal. Kendine dikkat et.

Nafile

09:52

.

Ne kadar istesen de değişmeyi, ne kadar avutsan da kendini değiştin diye, ne kadar acısa da için, ne kadar kanasan da, ne kadar kızsan da kendine, ne kadar küfretsen de insanoğluna sen busun yine. Bu kadarsın. Yine sen olduğunsun. Olabildiğin neyse bugüne kadar olacağın da budur bundan sonra. Boşuna çırpınma. Kimse çıkmayacak karşına yapamadıklarını sana yaptırmak için. Boşuna bekleme. Sen busun ve bu kadarsın. Kabullen.

14:49

Atma Recep Din Kardeşiyiz

Yazık lan bana. Vallahi bak. Neden olduğunu anlatamayacağım ama bir örnek verebilirim konuya ilişkin.

Hani mahallenin abileri olur, eli sopalı olduğundan mahallenin abisi olanlardan değil ama. Yaşı otuza merdiven dayadığı yahut otuzu az biraz geçtiği için abidir onlar. Bildiğin abi işte canım. Neyse işte. Bu abiler bir baltaya sap olamamışlardır. Öyle kısa - orta vadeli işleri olur zaman zaman. Ya işi beğenmediklerinden (!) ya patronu sevmediklerinden (!) uzun süre dayanamaz ayrılırlar işlerinden. Meslekleri de olmadığından ne yaptıkları pek belli değildir zaten çalıştıkları yerlerde. Bu iş durumu dolayısıyla ceplerinde para da bulunmadığı için itibar edilmezler pek. E malum ye kürküm ye dünyası. Gel gör ki palavraları göğü tutar. İnanılacak gibi olmadığından kaale alınmaz söyledikleri ama bozmaz da kimse onları. Hatta gencinden yaşlısına herkes hafif alaylı biçimde gaz verir coşsun uydursun diye. Bizimkiler de kimi zaman alaya alındıklarının farkına vararak kimi zaman varmayarak kurusıkıya devam eder. Eskaza biri çıkıp “Atma Recep din kardeşiyiz.” demeye kalksa yeri göğü birbirine katarlar.

Anladın sen onu.

15:40

Mesaj Kaygısına Son (Değil)

Hiçbir şeyi değiştirmeden bazı şeyleri değiştirmek istiyorum. Halimden memnun değil miyim, memnunum. Mutlu bile sayabilirim kendimi. Nihayet işletme zırvalığından kurtuldum. En çok istediğim olmasa da istediğim bir bölümde yüksek lisans yapıyorum. Gitmeyi istemiş olsam da mezun olduğum okulda asistan olarak çalışıyorum. Rahat bir çalışma ortamım var. İyi anlaştığımız bir oda arkadaşım var. Güzel, istediğim gibi bir ev tuttum. Ev arkadaşımla aram iyi. Çalışmaktan yorgun düşsem de zaman zaman, keyif alıyorum en azından yaptığım işten. Yine de istiyorum ki bazı şeyler değişik olsun. Bazı şeyler değişik olsun ama hiçbir şey değişmesin. Bu nasıl iş değil mi? Anlatayım.

Sabah erkenden okula gidip geç saatlerde eve dönmekten farklı bir şeyler yapabilmek istiyorum ama okumam gerekenlerin hiçbirini atlamak istemediğimden geç saatlere kadar çalışmak istiyorum. Külüstür kanepelerden kurtulup daha az külüstür bir çekyat, iki koltuk falan almak istiyorum ama bunca borcun arasında onlara para harcamak istemiyorum. Yeni insanlarla tanışmak istiyorum ama yeni biriyle tanışmanın külfetine katlanmak istemiyorum. Eski arkadaşlarımla görüşmek istiyorum ama eskilerden söz açılmasını istemiyorum.

İşte böyle oluyor hiçbir şeyi değiştirmeden bazı şeyleri değiştirmek istemek.

18:40

Kot Pantolon

Şunu fark ettim ki ofiste yahut bütün gün oturmanız gereken başka bir yerde çalışan bir erkekseniz giyim kuşam zorunluluğu olmasa dahi kot pantolon giymekten kaçınmanız gerekiyor. Kızlarda benzer bir durum var mıdır bilmem ama kot pantolon hava aldırmadığı için bizde çok fena ter yapıyor avret yerlerinde. (Avret yerleri mi? Peh peh peh!) Üzerinde konuşması zor bir konudan bahsettiğimin farkındayım ama bu fikrimi sizlerle de paylaşmak istedim. Son günlerde bir gün keten bir gün kot pantolon giyerek çalıştığım için fark ettim bunu. Ütüsü, bakımı zor belki ama çalışırken keten pantolon tavsiye ederim. Kumaş kadar zor değil en azından. Kot pantolonu da dışarı çıkarken falan giyin canım, öyle durumlarda rahat olduğunu inkar edecek değilim. Keten yahut kumaş pantolonla çimlere oturmak nerede kot pantolonla oturmak nerede değil mi efendim.

Evet sevgili minikler, neymiş bu yazımızdan çıkarılacak sonuç. Sıyırdım.

19:23

Kıkırdak Oldum

Ben de sonunda Twitter camiasına katıldım. Eh çok isteyerek olmadı tabi, malum çok seven biri değilim yaptığım her şeyi sağa sola anlatmayı (!) ama derginin yararına olacakmış, olsun dedim ben de. Takip etmek isteyene: www.twitter.com/nafileden (Nafile kullanıcı adını bir yerlerde benden önce alan fakat nedense bir iki defadan fazla kullanmayan insanlar var, sinir oluyorum.)

Bu da benim ağır ağır blog camiasına dönüşümün işareti olsun artık.

13:59

Yazar Alımı

"6 yıldır yayın hayatını sürdüren, felsefeden tarihe, sosyolojiden matematiğe, şiirden hikayeye birçok farklı türde yazıyı binlerce okuyucuyla buluşturan ve büyük ellinci sayısını çıkarmaya hazırlanan Türkiye'nin ilk geniş içerikli sanal dergisi Türk E-Dergi (www.turkedergi.com) yazar alımı yapacaktır.

Sosyalist, liberal, islamcı, milliyetçi; her görüşten yazarın yazılarına hiçbir sansür ve sınırlama uygulamadan yer vermeyi, çok sesliliği, farklılıkların bir arada yaşayarak iletişimle bağ kurabilmelerini yayın politikası edinmiş Türk E-Dergi, yazı yazmaya, fikir üretmeye ve ses çıkarmaya gönüllü olan kalemlerle daha da güçlenecektir.

İletişim: info@turkedergi.com"

Türk E-Dergi Editörü Fatih Akıcı'nın cümleleriyle...

Sevgililer, Iyyy!

Sevgililerden nefret ediyorum. Samimiyetle söylüyorum ki kıskandığımdan değil. Elbette hepsinden de değil. Sürekli olarak vıcık vıcık bir sevgi gösterme hevesinde olan; aşkım, balım, hayatım, birtanem vs. kelimelerini ağzından düşürmeyen; hele hele olur olmaz zamanlarda birbirini öpen sevgililerden nefret ediyorum. Yalnızken ne bok yerseniz yiyin, umurumda değil ama etrafınızda başkaları varken biraz daha tutun be kendinizi. Tamam arada sırada içinizden gelir ve sevdiğinizin yanağına, dudağına, boynuna, omuzuna, isterseniz kıçına bile öpücük kondurabilirsiniz toplum içinde normaldir ama ölçüsü var her şeyin. Yemek yerken bi rahat bırakın mesela birbirinizi. Yiyin yemeğinizi, kalkın ondan sonra isterseniz sevişin gözümün önünde. Rahatsız olursam kalkar giderim ama yemek esnasında yaptığınızda bir yere gidemiyorum. Evet rahatsız oluyorum. Sizler farkında değilsiniz ama öpme sesi beni rahatsız ediyor. Hele zırt pırt birbirlerini öptüğünü gördüğüm için gıcık olduğum kişilerde daha fazla rahatsız ediyor. Sonra ne oluyor, iştahım kaçıyor ve doymadan kalkıyorum sofradan. Afiyet olsun yavrularım size.

20:19

Yazmak

İçimde delice bir yazma isteği var. Birkaç günlük suskunluğun bedeli mi bu bilmiyorum. Hiç durmadan, dinlenmeden yazmak istiyorum ama ne yazacağımı bilmiyorum. Derli toplu düşünemiyorum da. Sırf bu yüzden dergiye de yazamıyorum. Oysa kaç ay oldu yazı vermediğim. Artık kendimi zorlayıp bir şeyler karalamam gerek ama aklımdakilerden dişe dokunur olmasa da en azından eli ayağı yerli yerinde bir yazı çıkarmam pek mümkün görünmüyor şu aralar. Aslında son zamanlarda bir şeye takıldım ben. Ne yazıyorsam aslında onu yazıyorum. Her ne yazıyorsam ona yazıyorum. Hal böyle olunca yazmak daha zor susmak daha kolay oluyor benim için.

23:16

Ben Bugün Garfield Gördüm

Başlarken 22:02

Bugünlerde pek bir sıkıntılıyım. Bunu hep söylüyorum, farkındayım ama bu biraz daha farklı bir durum. Hani genel sıkıntımın yanı sıra sebebini bildiğim ve ne kadar düşünmemeye çalışsam da bunu beceremediğim gelecek kaygısının verdiği sıkıntıyla boğuşuyorum. Sonunda itiraf ettim, benim de gelecek kaygılarım var. Yüksek lisans için kabul almaktan korkmuyorum. A üniversitesi olmazsa B üniversitesi olur, biri olur elimdeki sonuçlarla. Yüksek lisans olur da yüksek lisans yaparken ihtiyaç duyacağım para nasıl elime geçer onu bilmiyorum işte. Asistanlık bulabilecek miyim? İş bulabilecek miyim? Özgeçmişime ekleyebileceğim dikkate değer nelerim var? Kendimi nasıl pazarlarım? Bunlara benzer sürüyle soru aklımı kurcalıyor ve hiçbirinin cevabını bilememek tarif edilemez bir sıkıntı yaratıyor. Daha önce burada yazmış mıydım hatırlamıyorum ama köye dönmekten eskisi kadar korkmuyorum artık. Elbette ömrümün sonuna kadar orada yaşayamam ama kısa bir süre için gidersem katlanabilirim. Yine de yerleşik hayata geçmek istiyorum bir an önce. Bıktım usandım göçebe gibi yaşamaktan, oradan oraya gitmekten ve eşyalarımı ayrı ayrı yerlerde bırakmaktan. Bundan ilk bahsettiğimde Koray'ın söylediği gibi kitaplarımı koyabileceğim bir yerim olsun istiyorum artık. Bir kısmı köyde, bir kısmı Bursa'da, bir kısmı İnegöl'de, bir kısmı Adapazarı'nda, bir kısmı İzmir'de olmasın artık; hepsi bir arada, hepsi elimin altında olsun istiyorum. Oradan oraya taşırken kırılmasından, dökülmesinden, bozulmasından korkmadan bir şeyler alabilmek istiyorum kendime. Bir valizin içine tıkıp taşıma gereği olmadan sahip olabileceğim bir(kaç) takım elbisem olsun istiyorum mesela. Ne bileyim, bunun gibi şeyler işte.

Dün Şirine'nin doğum gününü kutlamak için Bostanlı'da piknikvari bir toplantımız oldu. Sohbet ettik, oyun oynadık ve döndük. Hediyesini dün uygun bir poşet bulamadığım için yanımda götürememiştik, bugün vermek için evine gittim. Meğer o da bana bir hediye almış. Baktıkça onu hatırlamam için ufak bir biblo. Çok şirin bir fil. Çok mutlu oldum. Fotoğrafını çekip koyacaktım buraya ama ışık az olduğu için güzel çıkmıyor, vazgeçtim. İşte o an, hediyeyi aldığımda, yavaş yavaş ayrılık vaktinin geldiğini hatırladım bir kez daha. İki ay bile kalmadı artık. Elli gün kadar sonra çil yavrusu gibi dağılacağız bir yerlere. Kim bilir birbirimizi bir daha ne zaman göreceğiz.

Kitap fuarı başladı İzmir'de. Kendime engel olamam, alırım bir şeyler diye gitmeyecektim ben bu yıl. Yine de Shishman gitmeyi teklif edince reddedemedim. (Burada Baba esprisi geldi aklıma, uff!) Bir hayli zorlandım ama tuttum kendimi, hiçbir şey almadan çıkmayı başardım. Bir an kıyısına kadar geldim ama orada da önyargılarımın sayesinde(!) kurtardım paçayı. Gelecek kaygısı çaktırmadan o kadar yer etmiş ki bende görevlilerden birine "İki ay sonra işsizler ordusuna katılacağız." deyiverdim.

Fuardan çıkınca Kemeraltı'na yemeğe gittik. İnegöl köftesi yapan bir yerde oturduk. Kendileri İnegöl köftesi dememişler adına ama bildiğin İnegöl köftesiydi yediğimiz. Dükkanın sokağında kocaman sarı bir kedi gördük. Shishman daha önce de görmüş zaten onu. Görür görmez "Anaaa, Garfield!" dedi. Sahiden Garfield gibi kocaman bir şeydi hayvan. Keşke makinesi olsaydı yanında da fotoğrafını çekseydi. Ben de buraya koyardım. (Bugün ikinci kez fotoğraf koyma isteğimi gerçekleştiremedim. Hayırdır inşallah.)

Eve dönünce bir iki gündür ertelediğim bir başsağlığı konuşması yaptım. Akrabalık bağını söyleyince uzakmış gibi olacak ama bizdeki akrabalık bağlarının kuvvetliliği nedeniyle hiç de uzak bilmediğim birinin, babamın amcasının torunu, eşi vefat etti. Gençti henüz. Meğer ne zormuş arkadaş böyle şeyler. Teselli olarak söyleyebileceğin hiçbir şey yok. Başsağlığı diledim, Allah'tan sabır diledim ve kapattım telefonu. Şimdi anlatırken bile zorlanıyorum, konuşurken daha da güçtü gerçekten.

Bunlar da bu aralar başımdan geçenler işte.

Biterken 22:30

Muhittin Abi Vol:3

Süper bir fikrim var abi! Yok Betül Demir'inkinden değil. Bu daha süper bir fikir. Hani ruh çağırma seansları olur ya abi, bir de ruh temizleme seansları olsa. İnsanlar ruhlarının kirinden pasından bir güzel arınsa. Seans esnasında böyle tuz ruhu gibi bir şey kullanılsa, piri pak eylese ruhları ne şahane olur değil mi? Biz o tuz ruhu gibi bir şeyi üretip satsak köşe oluruz be abi. Hoş önce insanların ruhlarının kirli olduğunu fark etmeleri gerekiyor. Bunun için aydınlanma çağını başlatmak gerek. Yaşasın devrimci mücadelemiz, yaşasın tuz ruhu gibi bir şey olan ruh temizleyicimiz!

19:14

Muhittin Abi Vol: 2

Ne olacak dersin bu işin sonu abi? Kantarın topuzu kaçmaya başladı iyice. Zaman zaman histeriye kayıyor halim tavrım. Resmen sapıttım be abi. Dengeyi ancak saçma sapan, yüzümü kızartan bir şeyler yaparak tutturabiliyorum. Mesela geçen gün saat kulesinin orada "Yok mu beni s.ken?" diye bağırdım abi. Abi! Muhittin Abi dinlemiyosun değil mi? Haklısın tabi, sabah sabah çekilir muhabbet değil ki bu benimki. Tamam abi sustum. Ha, o mu? Yok abi, bağırmadım öyle. Lafın gelişiydi o. Seni yoklamak için dinliyor musun diye. Yahu yanlış anlama hemen, dinlemiyorsan boşa nefes tüketmeyeyim istedim. Sen de amma alıngan oldun be abi. İşimiz var.

10:17

Muhittin Abi

Başlarken 23:22

Hoş geldin Muhittin Abi. Sensin değil mi? Buyur otur, sohbet edelim biraz. Söylenecek ne kaldıysa bir parçasını da biz söyleyelim.

Canım sıkılıyor be Muhittin Abi. Uykuya verdim kendimi sıkıntımı unutmak için. Bir de sabah akşam oyun oynuyorum. Birini silip başkasını yüklüyorum bilgisayara oyunların. Bazen film izliyorum. Kitap okuyorum ara sıra. Yürüdüğüm de oluyor. Gel gör ki ne yaparsam yapayım canım sıkılıyor işte. Bomboşum. Akşamını heyecanla beklediğim günleri özlüyorum. Uyumamak için direnmediğim, çünkü uykumun gelmediği geceleri özlüyorum. Sabahları özlüyorum erkenden uyanmak için sebebimin olduğu.

Şimdi sadece yaşıyorum. Hiçbir tutkum, herhangi bir arzum olmadan sadece yaşıyorum. Nefes alıyorum, su içiyorum, yemek yiyorum, tuvalete gidiyorum, uyuyorum. Ayakta kalmak için değil de hayatta kalmak için yapıyorum tüm bunları. Yalan mı oldu bu söylediğim? Neden yaptığımı düşünmüyorum aslında. Nefes almamayı beceremediğim için nefes alıyorum. Susadığım için su içiyor, acıktığım için yiyorum. Yiyip içtiğim için tuvalete gidiyorum. Uykum geldiğinde uyuyorum. Fark ettin mi o kadar umursamazım ki tuvalete gittiğimi bile defalarca çekinmeden söylüyorum? Bunda garip olan ne mi? Tuvalete gitmek günlük hayatımda bahsi edilecek kadar belirgin bir şey halini aldıysa hakikaten çok belirgin bir şey kalmamış demektir yaptığım, garip olan bu abi.

Bugün sınav vardı mesela. Pazartesi günü de vardı. O kadar önemsiz ki benim için bu sınavlar sözünü etmeye bile gerek duymadım. Şimdi de yeri geldiği için söylüyorum. Yoksa inan akşam karnım açken yemek yemek sınava girmekten daha büyük dert benim için şu aralar. Dert dedim değil mi? Yediğim yemekten tad almıyorum ki girdiğim sınavdan keyif alayım. Abarttığımı söyleyeceksin belki. "İnsan bu kadar da tadsız tuzsuz olmaz, hani olsa da aklı başında bir sebebi olmadan olmaz." diyeceksin. Haklısın ama ben böyleyim işte. Belki de haksızsın, aklı başında bir sebebim vardır belki. Belki de aklı başında değildir sebebim de benim akılla mantıkla işim kalmamıştır, kim bilir. Bilmiyorum lan işte.

Abi dur, nereye gidiyorsun? Tamam ayıp ettim, ağzımı bozdum, saygısızlık ettim sana ama dur be abi. Gitmek istiyorsan git ama. Hiç çekilmiyor muhabbetim zaten. Ne yapayım, özlüyorum işte be abi.

Özlemek dostluktandır
Dostluğundan öte bulmalıyım seni*

Biterken 23:47

*Ahmet Telli
Canım sıkılıyor bre günlük!

15:13

Öksürük

Birkaç gündür sabahları boğazım şişmiş olarak uyanıyorum. Kalktıktan sonra bir vakit geçince şişkinlik hissi kayboluyor ama bu defa da gün içinde yerli yersiz öksürüyorum. Hani toz yutar da kuru kuru öksürür ya onun gibi aynen. Hayırlısı bakalım, sonu nereye varacak, ne zaman geçecek.

00:25

Kimdir?

Başlarken 16:43

Belediye bunu da yaptırdı bana sonunda! İzsu'nun sitesini yer imlerine ekledim bugün. O girişin devamında böyle bir şey çıkması şaşırtıcı gelebilir, farkındayım. Ben de çok büyük bir şey olduğundan öyle yazmadım zaten. Maksat dikkat çekmekti. Yine de benim yer imlerine sadece gerçekten kullandığım birkaç siteyi eklediğimi düşünürsek bu hakikaten bir başarı(!) İzsu için. Artık arada bir oradan planlanmış kesinti olup olmadığını kontrol ederim.

Bugün İstanbul'daki birkaç vakıf üniversitesine yüksek lisans yaparken araştırma görevlisi/asistan olarak çalışma imkanı olup olmadığını sormak için elektronik posta gönderdim. Bakalım cevap verecekler mi? Her ne kadar eskisi gibi heyecanlı olmasam da hala İstanbul'a gitmeyi istiyorum. Daha doğrusu başka hiçbir yere gitmek ve İzmir'de kalmak istemediğim için İstanbul'da olma isteğim ön plana çıkıyor. Bakalım İstanbul'a yerleşmek nasip olacak mı bize de?

Hava çok güzel bugün. Rüzgar var ama soğuk bir rüzgar değil. Gerçi balkonda duran ve rüzgarın sürüyüp açık olan balkon kapısına vurduğu plastik sandalye yüzünden kapının alt camının kırılması biraz soğuttu ama fiziksel değil ruhsal bir soğuma durumu oldu o. Yoksa hava gayet sıcak. Tam yürüme havası gibi geliyor bana. Sanırım birazdan çıkıp dolaşacağım biraz.

Yazıları şarkı sözleriyle bitirmeyi adet haline getirebileceğimi söylemiştim daha önce. Henüz alışkanlık halini almış olmasa da bu yolda devam ediyorum. Bu yazının payına düşen Ahmet Aslan'ın Tanımadığım Ten adlı şarkısından üç mısra oldu.

Aradığım aşkı bulduysam sendedir.
Ya bu benim içimde dolaşan da kimdir?
Ya bu benim içimde mekan tutan da kimdir?


Biterken 16:55

Bir Yenilik Daha

Günlüğe bir yenilik daha ekledim. Üst menüden Rastgele'ye tıklayınca adı üzerinde rastgele bir yazı çıkıyor. Bunun ne önemi mi var? Bilmem. Gece aklıma gelmişti böyle bir şey olsa nasıl olur diye, aradım buldum yöntemini. Hayırlı uğurlu olsun.

11:49

.

Kings of Convenience dinlemeyi ne çok özlemişim meğer.

11:34

.

Başlarken 00:24

Ne gün ama! Sabah uyandığımda sular hala kesikti. Elimi yüzümü bile yıkayamadım. Sinir oldum. Format atmak için bilgisayarı açtım. Bizimkiler uyanıncaya kadar oyalanacaktım böylelikle. Sonrasına karar verir, hep birlikte bir şey yapardık. O ara neler olmuş neler bitmiş diye internete girmeyi ihmal etmedim elbette. Baktım yabancı dil sınavından yeni çıkmış bir arkadaşım gezmek istiyormuş, evde de durmak istemiyorum, doğruca okula gittim. Çıkmadan önce format için yapmam gerekenleri yapıp bilgisayarı geri kalan kısmını tamamlaması için bıraktım. Döndüğümde gerekli ayarları yaparım, dedim.

Bir güzel kahvaltı yaptıktan sonra otobüse binip Göztepe'de indik. Oradan Konak'a kadar olan mesafeyi yürüyerek katettik. Konak'ta bizim iki üst dönemden bir arkadaşla karşılaştık. Onunla biraz sohbet edip birer çay içtikten sonra Pasaport iskelesine yürüyüp oradan Karşıyaka'ya geçtik. Böylece Pasaport'tan vapura binme ahdımı da yerine getirmiş oldum. Bu arada vapurdayken bizimkinin fotoğraflarına modellik yaptım. Sayesinde objektifle aramızdaki soğukluğu aşmaya başladığımı fark ettim. Hatta fotoğraf çekmesini ben istedim. Hoş isteme nedenim dolaştığım günler çekilen fotoğraflardan birkaçını Facebook'a koymak istemem ama olsun. Bu da bir adım nihayetinde. Bir müddet daha birlikte takılırsak tamamen barışabiliriz objektifle, kim bilir.

Karşıyaka'da birer balık ekmek yaptırıp, elimize de bir litrelik meyve suyu tutup bir bankta karnımızı doyurduk. Bir gün de İnciraltı tarafında kayıkta balık ekmek yapanlardan yemek istiyorum, bunu da not düşeyim buraya. Oradan Konak'a vapurla dönüp Kızlarağası'nda birer salep içtik. Oradan dostum okula ben eve yollandık.

Eve döndüğümde hala sular gelmemişti. Mutfakta iki günlük bulaşık, bırak onları yıkamayı insanın bir şey yemeye isteği olmuyor açlığına rağmen. Son kerteye kadar bekleyip makarna yapmaya karar verdik. Ben o arada bilgisayara gerekli programları yüklemekle meşguldüm. Msn'i yükleyip denemeye kalktığımda fark ettim ki uzun zaman çevrimiçi olmayınca bodoslama dalmamak gerekiyormuş. Işığı gören geldi resmen, laf yetiştiremez oldum kimseye. Neyse ki imdadıma makarnanın hazır olması yetişti de kurtuldum.

Yemekten sonra "Ayranı yok içmeye, taht-ı revanla gider sıçmaya." sözünü hayata geçirmek maksadıyla bugün biz dolaşırken eve alınan nargilenin siftahını yapmaya karar verdik. Tuvalete gitmemek için iki gündür içmediğimiz çayı bile nargilenin yanında iyi gider diye demleyip balkonun köşesine kurulduk. Aheste aheste nargilemizi içip sohbetimizi ettik. Biraz da müzik dinledik telefondan. Nargile bitince, hava da biraz soğuyunca rüzgardan ötürü içeri girdik. Şimdi de bu satırları karalıyorum ben. Hala su yok maalesef. Bakalım, sabaha gelir belki.

Bu akşam da bir şarkıdan alıntıyla bitirmek istiyorum sözü. Belli mi olur, alışkanlık halini alır böyle bitirmek. Müziğini Madımak otelinde vefat eden babası Nesimi Çimen için Mazlum Çimen'in yaptığı, sözlerini Yasemin Göksu'nun yazdığı Kalanların Ardından'dan iki mısra.

Ah tam da gelmişken sevdalı bahar da
Olur mu veda?


Biterken 00:52

Son Günler

Başlarken 00:34

Kaç gündür buraya bir şey yazmıyorum. Bakalım neler olmuş bu süre zarfınca.

Çarşamba günü Koray'ın tabiriyle umutlarımızı bir zarfa koyup kargoya verdik. Ben durumu bu kadar dramatize etmedim doğrusu. Belki daha mütevekkil olduğumdan belki de daha ümitli olduğumdan, bilmiyorum. Fazla hayal kurmadığım için bile olabilir. Her neyse, gerekli evrakları tamamlayıp yüksek lisans için ilk başvurumuzu yapmış olduk böylece. Bakalım sonuç ne olacak.

Görüldüğü üzere günlüğün temasını değiştirdim. Arkaya koymuş olduğum yan yana dizili tahtalar resmiyle masa üstünde defter havası estirmeye çalıştım. Masa tarih öncesinden kalma elbette burada.

Değişikliği yaparken nerede hata yaptım bilmiyorum ama tarih başlığı görünmez oldu. Bu nedenle yeni bir tarih damgası biçimi ayarlamak durumunda kaldım. Sorun şu ki tarihi bizim alışkın olduğumuz gibi gün/ay/yıl şeklinde değil ay/gün/yıl şeklinde gösteriyor. Doğruyu söylemek gerek ki ben tarihi o biçimde gördüğümde kafam karışıyor. Onun önüne geçmek için ayı ismiyle yazan bir biçim kullandım, bu defa da saat görünmez oldu. Düşündüm, her defasında tarihi yazmaktan saati yazmak daha kolay geldi. Yazıların altına saati not düşmeye karar verdim.

Aynı gün bilgisayarıma format attım. Ne var ki bir türlü aksiliklerden kurtulamadım. Önce internetten indirdiğimiz sürücüleri yüklemede sorun yaşadım. Bazı sürücüleri ne denediysem tanıtamadım bilgisayara. İşin kötü yanı sürücülerin ve ofis programının kayıtlı olduğu cd'yi bulamıyorum. Neyse ki ertesi gün bulduk gerekli sürücüleri de sorunu hallettik.

Çok geçmedi, dün gece farenin sürücüsü bozuldu. Anlatmayı beceremediğim karmaşık bir işlem sonucunda bu sabah onu da hallettim. Olmasaydı yeniden format atacaktım bilgisayara.

Bu akşam ise geçenlerde gerekli evrakların çıktısını almak için gittiğim fotokopiciden taşınabilir belleğe bulaşmış olan virüsten kurtulmaya çabaladım ama bir türlü olmadı. Virüs gizli dosyaların görünümüne engel oluyor ve kendisi de gizli dosya olarak var. Bu nedenle bir türlü erişip elle silemiyorum. Anti-virüs programları ise bulamıyor. Listede dosyayı görüyorum ama silemiyorum, sinirim bozuluyor. Dosyayı açıp içeriğinde değişiklik yapmak istedim, değişiklik yapınca kaydetmeme izin vermedi. Arada explorer.exe'yi de bozdum. Velhasıl sabah kurtuldum dediğim format atma zahmetinden kaçamadım. Yarın ilk işim o olacak.

Seçim sonrası ilk su kesintimizi yaşıyoruz bu arada. Dün akşam iki üç saatlik bir kesintiden sonra bugün neredeyse tüm gündür su yok. İzsu'nun sitesinde yapılan açıklamaya göre tamirat dolayısıyla çalışmaların seyrine bağlı olarak yarın akşama kadar kesinti olacakmış. Olsun bakalım. Seçim sonrası İzmir'i CHP'den kimin kurtaracağını sormuştum, tekrar soruyorum. Aslında böyle sakin yazdığıma bakılmasın, bir hayli kızgınım. Adamlar dağ başındaki köylere su götürüyor da oralarda bu kadar kesinti olmuyor. Hem de öyle yurt dışında falan değil, Artvin'de. Hem de son derece kalitesiz malzeme ve işçilikle. Ben ondan daha kalitesizini hayal edemiyordum, varmış. Bir yıldır ilkel bir hayat yaşıyoruz zaman zaman. Bir de böyle şeylere kızınca AKP'li oluyorsun. Sek arsenik içse de vermezlermiş İzmir'i. Vermeyin anasını satayım. Musluğunuzdan su akmıyor ki arsenik içesiniz. Ha bir de şu var tabi, musluktan akan suyu zaten içmezdiniz ki. Gidip bir sonraki seçimde oy kullandıracaklar o olacak. "Oy vermeden, vatandaşlık görevini yerine getirmeden konuşamazsın." diyen varsa halt etmiştir. Ben senin biat ettiğin sistemin meşru olduğunu düşünmüyorum. Senin vatandaşlık görevi dediğin şeyi yaparsam bu sistemi meşrulaştırmış olurum, yapmıyorum bunu. Konuşmaya sıra gelince bal gibi de konuşurum. Bi haltı yiyemeyeceksen onu yemeye talip olmayacaksın. Bizim oralarda çok sevdiğim bir söz vardır. "Çocuğu yolla bok yemeye, peşinden git çok yemeye." derler. Ayarını tutturamayacaksan bok yemeye gitmeyeceksin, o kadar. Konuştukça sinirleniyor, sinirlendikçe ne söylediğimi şaşırıyorum; daha fazla saçmalamadan susayım en iyisi.

Son haber akşam üzeri Tübitak'tan geldi. Daha doğrusu haber gelmedi de biz haberi bulduk. Bu başvuru döneminde 94 ve üzeri ortalama puan tutturan 121 kişiye burs verilecekmiş. Bize avucumuzu yalamak düştü vesselam. Ufaktan ufaktan asistanlık için üniversite arayışına girmeye başlayacağız anlaşılan. Bir yandan da köydekileri arayıp bana yer ayırmalarını söylemek geçiyor içimden. Bakalım, hayırlısı.

İşte son birkaç günün özeti böyle. Farkındayım hep olayları yazdım ve ruh halimden hiç bahsetmedim. Bu konuda söyleyecek çok fazla şeyim olmadığındandır belki.

Yalın'ın Her şey Sensin şarkısının farklı yerlerinden alınmış birkaç mısra ile bitirmek istiyorum bu yazıyı. Hoşçakalın.

koydum sevinçlerimi önüme
baktım hepsi sensin
.
her işte bir hayır, bu işte hepsi sensin
.
şimdi senden vaz mı geçmeli
masal olup yola devam mı etmeli
.
... anladım her şey sensin...


Biterken 01:14

Araştırma Önerisi Bitti

Nihayet son beş buçuk gündür beni süründürmekte olan araştırma önerisi belasından kurtulmuş oldum. Yarın sabah son kez okuyup denetledikten sonra çıktısını alıp doğruca ilgili olduğu merciye göndermeyi planlıyorum. Yeri gelmişken daha önce yarım kalan "Neler Yaptım Son Günlerde" başlıklı yazıda yarım bıraktığım yerden devam etmediğim için sözümü tutmamamın nedenini de açıklayayım. Bugünü bir kenara koymak üzere geçen hafta Çarşamba günü öğleden sonrasından itibaren bu öneriyi hazırlamaya çalışmaktan başka bir şeyle ilgilenmediğim için yazacak başka bir şeyim de yokmuş. O nedenle sesimi çıkarmadım hiç.

Bugün neler yaptım ondan bahsedeyim biraz. Sabah kalkıp araştırma önerisinin metod kısmını yazdıktan sonra kahvaltı yapıp okula yollandım. Öğrenci işlerine uğrayıp transkript, öğrenci belgesi, mezun durumda olduğumu gösterir belge ve disiplin sicilini gösteri belge olmak üzere dört ayrı belge başvurusunda bulundum. Ayrıca ALES sonuç belgemin fotokopisini de onaylattım. Oradan başvuru formunun bir de TOEFL'a girdiğimi göstermek için bilet onay mailinin çıktısını almak üzere üniversitenin alt girişindeki fotokopiciye geçtim. (TOEFL'a girdiğimi kanıtlama meselesine şimdi girip konuyu dağıtmak istemiyorum. Ondan da bir ara bahsederim.) İstediğimi elde ettikten sonra biraz gecikmeli de olsa derse girdim. Dersten sonra ihtiyacım olan üç referans mektubundan birini almak üzere danışmanımın yanına uğradım ve mektubu teslim aldım. Referans mektubu alacağım diğer hocalarımdan birin yanına uğrayıp diğerini de telefonla arayıp yarın öğleden sonra mektupları teslim almak için söz aldım. Sonra şansımı denemek için öğrenci işlerine uğrayıp belgelerin çıkıp çıkmadığına baktım, henüz bir gelişme olmadını görüp geri döndüm. Eve gitmeden önce bankaya uğrayıp başvuru ücretini yatırmak için bir saat sıra bekledim. Bir saati lafın gelişi söylemiyorum, gerçekten bir saat bekledim. Sonra eve gelip yemek yedim. (Bunun ne önemi varsa.) Gün içinde koşturmaktan ve beklemekten hayli yorgun düştüğüm için kendime uzunca bir dinlenme molası verdikten sonra önerinin literatür taraması kısmını yazmaya başladım. Diğerlerine kıyasla daha kısa süren bu kısmını da bitirdikten sonra araştırma önerisinin sonuna gelmiş oldum. Şimdi sağ şakağımda bir ağrı var ama bilmiyorum yoğun çalışma temposundan mı kaynaklanıyor bu yoksa öyle sıradan bir ağrı mıdır.

Velhasıl Boğaziçi'ye başvurmak için önümde şimdilik bir engel kalmadı. Gelişmelerden haberdar ederim sizleri. Şimdilik bu kadar. Hoşçakalın güzeller. Dikkat edin kendinize.

Yaşamak Güzel

Yaşamak güzel be. Acısıyla tatlısıyla, seveniyle sevdiğiyle, geleniyle gideniyle yaşamak güzel. An oluyor daha birkaç gün önce başına gelse ağlayacağın şeye gülümseyip geçiyorsun. Belki biraz buruk, biraz esrik, biraz yarım kalmışlığın hüznünü taşıyan bir gülümseme oluyor ama yine de gülümsüyorsun. Tadına doymasan da güzel günlerin anısı mutlu ediyor seni. Hüzünden değil mutluluktan bir hoş oluyor için. Biraz anılarına biraz da hayallerine sarılıyorsun. Her şey içinde bin bir güzellik saklayarak geliyor sana. Bunu görüyor ve seviniyorsun. İstiyorsun ki sevdiklerin de memnun olsunlar hayatlarından, mutlu olsunlar. Hak ediyorlar zira. Hak ediyorlar, çünkü sen seviyorsun. Bilsinler istiyorsun ve söylüyorsun. "Sevdiklerim! Ben mutluyum, siz de mutlu olun. Sizin mutluluğunuz benim mutluluğumdur." (Seçim propagandası gibi oldu ya son cümle.)

Bulunmaz Hint Kumaşı

Bazen çok mu bencilim diye soruyorum kendime. Bencillik değil aslında kendimi itham ettiğim ama ne ad vereceğimi bilmediğimden öyle diyorum. Hani başkaları için düşünüp onlar adına karar vermek gibi bir şey. Kendi istek ve düşüncelerime göre başkalarının neler istediğini ve düşündüğünü tahmin edip ona göre hareket etmek tam olarak. "Ne zaman istersen seni dinlemeye hazırım." demek mesela, sana bir şeyler anlatmak istediğini düşünerek. Belki de sadece o anın şartları sana bir şeyler anlatmasına neden oldu. Belki yalnız hissediyordu kendini, belki kim olursa olsun biriyle konuşmak istiyordu da konuştu seninle. Bir sonraki karşılaşmanızda yüzüne bile bakmayacak belki. Hatta belki pişman bile oldu sana söyledikleri için. Niye dert ortağı olmanı istediğine hükmediyorsun ki? Yahut "Dilediğin zaman arayabilirsin, çekinme lütfen." diye cesaretlendirmek kendi çapında. Ayılıp bayılıyormuş gibi karşındaki insan seninle konuşmaya. Bayılıyormuş da çekiniyormuş belki rahatsız olursun, belki yanlış anlarsın ya da belki sıkılır, üzülürsün diye sanki. Sanırsın bulunmaz hint kumaşı da kendinden bir şeyler bahşediyor.

Neler Yaptım Son Günlerde

Yemek hazır olmak üzereymiş ve ben paragraf başı yaptım. Yeni paragrafa başlamadan önce yemek yersem fena olmaz ama yemeğe kadar da vaktim var daha anlaşıldığı kadarıyla. Öyleyse son günlerde neler yaptığımı özetle anlatıp öyle gideyim yemeğe.

Efendim malumunuz daha evvel de yazmıştım Boğaziçi'ye başvurmak için araştırma önerisi yazmam gerektiğini. Yetiştiremeyeceğimi fark edince normal dönemde başvururum diyerek ön başvurular için kasmaktan vazgeçmiştim. Ne var ki başvurmak istediğim bölüm (Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler) Temmuz'da başvuru almıyormuş. Diğer bölümler için ön başvuru dönemi benim bölüm için normal dönemmiş meğer. Bunu bölümün sayfasında yazmışlar ama ben ilk okuduğumda yanlış anlamışım meğer. Ben araştırma önerisi yetişmez artık diye vazgeçmişken Koray'ın gaz vermesiyle iyi kötü bir şeyler karalayıp vermeye karar kıldım. Ondan beridir gecem gündüzüm şaştı. İki günde sekiz-on tane makaleyi okudum, birkaç tanesine de göz attım. Şimdi de yazmak için uğraşıyorum. Birden yüklenince uzun zaman kullanılmadığı için beyinde anormal reaksiyonlar görülmeye başlandı galiba, sıyırdığımı hissediyorum.

Yemek hazırmış. Gelişmeleri kaldığımız yerden aktarmaya devam ederim herhalde bir ara. Kaçtım yavrular şimdilik.

.

Bugünlerde başım hayli kalabalık, yazmak için isteğim dahi olmuyor. Bu geceyi bir cümle ile kapatıp başka bir zaman başımdan geçenleri özetle aktarmayı düşünüyorum. İşte o cümle geliyor. Her durumda seni doğru anlamaya çalışan birini tanımak ne güzel!

İndirim, Bindirim

Bir dileğim var, yurdum tüccarlarının hepisi birden batsın, battıkları yerden çıkamasın, kurunun yanında yaş da yansın. Bu kafayla ticaret yapacak adamlar hiç yapmasın, kaybolsun gitsin anasını satayım. Belki o zaman planlı ekonomi falan uygulamaya başlarlar da herkes tek tek ırzımıza geçeceğine tek elden devlet üstümüzden geçer.

Efendim iki hafta mı ne olur malumunuz hükümet otomotiv sektöründeki dış talep daralması dolayısıyla elde kalan malların iç pazarda satılabilmesini teşvik etmek amacıyla ÖTV indirimine gitti. Aylardır sinek avlamakla meşgul olanlar böylece az da olsa kendi işlerini yapma fırsatı buldular. Buldular da yetti mi onlara? Ne gezer! Baktılar ki iç pazar biraz hareketlenmeye başladı kafa kafaya verip "Nasılsa alıyor kerizler; dayayalım zammı, dolduralım cukkayı." deyü karar aldılar.

Lan oğlum size giren çıkan ne? Devlet hane halkından bin bir başka adla aldığı vergilerden birinde indirime gitmiş, onu da vergiyi aldıklarının hatrına değil senin boklu götünü kurtarmak için yapmış; sen şimdi tutturmuşsun "Yok bana götümü kapana kaptırma korkusu yetmedi, illaki kazık girsin istiyorum." diye. Yahu bırak alabilen üç kuruş vergi indirimiyle alsın arabasını. Zaten akaryakıta ödeyeceği vergiyle paşa paşa fazlasını verecek. Ne senin zararın var bu işten ne devletin. Bilakis yerle bir olmaktan kurtuldunuz ikiniz de daha ne istiyorsun. Doymuyorsun ama değil mi? Aklın sıra krizi fırsata dönüştürüyorsun. Pek moda ya son zamanlarda, sen de kapıldın bu hayale gidiyorsun. Kusura bakma ama senin bu yaptığına şark kurnazlığı derler. Yerli yersiz yaşadığı krizlerle selülitlerini pareoyla bile gizleyemeyen orta yaşlı hatunlara dönmüş liberal ekonomide bile yer yok bu yaptığına kuzucuğum. Hala umudun varsa bu modelden yahut umudun olmasa da değiştirmek için elinden bir şey gelmediğine inanıyorsan ve hayallerin arasında krizi fırsata dönüştürmek varsa sana diyeceğim odur ki yatırım yap.

Unutmadan, yatırımı bana yapma da nereye yaparsan yap. Ben bana yatıranların hepsini yatırdım bugüne kadar, ona göre.

Güneydoğu'ya Mahpus

Seçim yorumlarını dinliyorum. Ağzı olan konuşuyor resmen. Hani çok şeye takıldım ama en çok şu "DTP bölge partisi olmaktan öteye gidememiştir." gibisinden laflara sinir oluyorum. Sen adamlara bölge dışına çıkma imkanı verdin mi de konuşuyorsun be adam? Merak ediyorum DTP'nin oylarının yüzde kaçı Kürt olmayan birileri tarafından verilmiştir. Çok küçük bir kısmı olsa gerek. Oysa bu adamlar herkesin bas bas bağırdığı solda güçlü bir parti eksikliğini giderebilecekler sen biraz dinlesen söylediklerini de destek versen. İşine gelmez ama böylesi. Adamların etnik kimlikleri dolayısıyla talep ettikleri haklara bakıp etnik siyaset yaptıkları etiketini vurup işin içinden çıkmak kolay elbette. Birkaç yerde denenen ortak aday taktiği de olmasa kimse DTP'nin sol söylemini göz önüne almak niyetinde değil. CHP'nin sosyal demokrat(!) bir parti olduğunu iddia eden medya desteğinin onda biri olsa DTP'nin arkasında Güneydoğu'ya hapsolmazde elbette bu parti.

Hadi soldaki yetersizliğe derman olma ihtimalini bir kenara bırakalım, adamlar kadınların siyaset sahnesinde yer alması için de başka hiçbir partinin yapmadığını yapıyorlar. Kazandıkları 57 il ve ilçe belediyesinin 13'ünde kadın başkanlar var. Sorarım, başka hangi parti böyle bir orana sahiptir? Yerel seçimler öncesi "Erdoğan, Baykal ve Bahçeli kadınların siyasete katılımı konusunda anlaştı." gibi ironik bir kampanya yürüten KADER DTP'nin bu başarısını örnek göstermeyi neden düşünmez acaba? Maçası mı yemez yoksa?

DTP, Güneydoğu'ya hapsolmuş mudur hapsedilmiş midir?

Konuştukça tepem atacak, boşveriyorum. Kimin ne hali varsa görsün. Yalnız bilinsin ki Kürt kimlik hareketinin siyaset sahnesindeki temsilcilerini ciddiye almadıkça terörü ciddiye almak zorunda kalacak bu ülke. Teröre daha fazla insan evladını kurban vermemenin yeter şartı olmasa da gerek şartıdır bu.

Kah Oradan Kah Buradan

Elveda Rumeli'nin müziklerini dinliyorum. Ne kadar yabancı bana; yine de ne kadar benden, bana dair. Anlıyorum ki sürüsüne bereket milliyetçi zırvanın sıralandığı bir dizi olduğunu sanmasaydım en başından bu diziyi izler ve severdim. (Ne olmuş yani benim de at gözlüklerim ve ön yargılarım var belli konularda. Kemalist bir de milliyetçi fikirlere tahammül edemiyorum işte. Değil kendilerini çağrışımlarını gördüğüm yerden koşar adım kaçıyorum.) Hoş televizyon izleme alışkanlığım olmadığı için bir yerden sonra bırakırdım herhalde takip etmeyi. Neyse işte, diyeceğim odur ki müzikler güzel. Hele şu Jarnana (umarım doğru yazmışımdır ismini) çok güzel, kalkıp oynayasım geliyor dinlerken.

***

Dün gece yatmadan önce seçimlerle ilgili ettiğim kelamlara göz attım az evvel. Meğer ne çok yamru yumru cümle kurmuşum. Buraya yazarken dilime çok dikkat ettiğimi söyleyemem, hatta bu yüzden üslubumun iyice bozulmaya yüz tuttuğunu da düşünüyorum ama adam akıllı saçmaladığım yerler olmuş. Cümlelerin öznesi nesnesine, nesnesi yüklemine girmiş, dolaylı tümleç hepsine dolaylı dolaysız bindirmiş, sonra hepsi bir araya gelip grup indirimi yapmış falan. Gecenin ilerleyen saatlerinde (şimdi olduğu gibi) salim kafaya ait izler git gide siliniyor anlaşılan.

***

Zihnimi uyuşturmak istiyorum, tavsiye edebileceği bir şeyi olan var mı? Uyku ilacı gibi bir şey değil istediğim, gün boyunca yeterince uyuyorum zaten. Gün içinde beni düşünmekten men edecek bir şeyler arıyorum. Bu kadar boş vakti olunca insanın, hele sabit fikirli birinde olduğu gibi düşüncelerin çivilendiği bir yer varsa, kafa durmadan işliyor. Bir müddet daha böyle giderse korkuyorum Konak'ta saat kulesinin önünde bas bas bağıracağım "Yok mu beni uyuşturan?" diye de gazozuma ilaç atacaklar. (Bağırırken başka bir şey diyeceğim sandın değil mi? Yemezler oğlum, daha o kadar sıyırmadım balataları. Sıyırma ihtimalim var ama, inkar da etmeyelim şimdi.)

***

Elveda Rumeli'nin müziklerinden bahsederek başladım yazmaya, aynı yerden bitireyim. İsyankar Yürek çalıyor şimdi. Daha ilk duyduğumda dikkatimi çekmişti bu şarkı. İki tane üçlüğü aktarıyor ve çekiliyorum huzurunuzdan. Selametle...

Sevmeden yaşanır mı?
Dağ dağa kavuşur mu?
Ağlasam duyan olmaz ki...
.
.
.
Sorsalar dile gelmez
Derdime umar olmaz
Sonsuzu bulan olmaz ki...

Yerel Seçimin Söylediklerinden Notlar

Gecenin bu vaktinde yurdum insanının siyasi kültürü, seçim sistemimiz ve geride bıraktığımız yerel seçimlerden çıkarılması gereken sonuçlar üzerine kapsamlı bir şeyler yazacak kadar kafam yerinde değil. Şimdi yazmazsam başka zaman da yazmam, bunu da iyi biliyorum. Şöyle iki üç cümleyle şimdilik aklıma gelenleri not edip sonra susayım en iyisi.

Efendim ilk olarak benim gördüğüm şudur ki DTP'nin daha önce hiç bu kadar güçlü olmayan devlet partileri (bu seçimde AKP) karşısında dahi birçok Güneydoğu Anadolu ilinde açık ara önde gitmesinden anlaşılacağı üzere "Hepimiz kardeşiz.", "Biz ayrıştırıcı değil birleştirici/bütünleştirici milliyetçiyiz.", "Kürt sorununu DTP olmadan da çözeriz." gibi işkembeden laflarla Kürt sorununa yaklaşırsanız fıs olursunuz anacım.

İkinci olarak, seçmenin dürüst siyasete sandığımdan daha fazla önem verdiğini gördüm. Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçim kampanyasına başlama biçimini taktik olarak doğru bulmamıştım. Bence aday gösterilir gösterilmez yolsuzluk dosyalarını açıklamayı vaad etmek yerine projelerini anlatmaya başlasaydı daha yüksek oy alabilirdi ama mevzu bu değil. Kendisini tanımam, o nedenle ne kadar dürüsttür gerçekten ne kadarı görüntüden ibarettir bilmiyorum ama İstanbul gibi bir şehirde AKP'yi bu kadar zorlamasından anladığım kadarıyla insanlar artık karşılarında dürüst siyasetçi görmek istiyorlar. Neden bir tarafa Topbaş'ı değil de AKP'yi, diğer yana da CHP'yi değil de Kılıçdaroğlu'nu koyduğumu herkes anlamıştır herhalde. Ben sadece seçimden önce "İstanbul'da Erdoğan su içtiği bardağı gösterip 'Adayım budur!' dese o bardak seçilir arkadaş." dediğimi ve yanıldığımı söyleyip geçeyim.

Ankara'da Erdoğan'ın yakasını bir türlü sıyıramadığı Gökçek'in seçilmesine şaşırmadım. MHP'nin bu kadar oy almasına da şaşırmadım zira Mansur Yavaş hem saldırganlıktan uzak söylemi dolayısıyla hem de AKP'nin küstürdüğü Altınok'un kendisini işaret etmesiyle AKP'nin oylarını böleceğinin sinyallerini önceden veriyordu. Ankara'nın bana verdiği mesaj odur ki CHP orayı istiyorsa Karayalçın gibi artık denenmekten suyu çıkmış kişilerle seçime girmekten vazgeçmelidir. Deniz Baykal'ın ömrü yettiği müddetçe CHP Genel Başkanlığı koltuğundan kalkmamak için kimseye prim yaptırmak istemediğinden böyle bir taktik izlemiş olma ihtimalini göz ardı ediyorum elbette bunları söylerken.

Gelelim tanışıklığımın beş yıla yaklaştığı ve yakında veda etmeyi umduğum İzmir'e. İzmir demişken bütün Ege ve Adana'ya kadar Akdeniz kıyılarından bahsedebilirdim ama diğer yerlerdeki siyasi atmosferin ne alemde olduğunu bilmediğimden sadece rakamlara bakarak laf etmek istemem, bu nedenle yalnızca İzmir'in bana söyledikleriyle yetineceğim. İzmir bana zaten bildiğim bir şeyi hatırlattı, bir Kemalist'le asla siyaset konuşulmaz. Aziz Kocaoğlu nasıl yüzde ellinin üzerinde oy alır anlamış değilim, diyeceğim ama anlaşılmayacak bir şey yok. İzmir'i kurtarılmış bölge ilan edenlerin neyi kurtardıklarına inandıkları gün gibi ortada. Benim merak ettiğim İzmir'i CHP'den kimin kurtaracağı.

Bir de beni şaşırtan sonuçlara değinip yatayım en iyisi. Birinci sıraya hangisini koyacağımı bilemiyorum ama Antalya'da CHP'nin kaybedilmiş kaleyi geri alması oldu galiba en çok şaşırdığım. İkinci sıraya koyacak olmasam da aksi gerçekleştiği için yeri gelmiştir diye Trabzon'u AKP'nin CHP'den almasına da bir hayli şaşırdığımı söyleyeyim. İstanbul'da Kılıçdaroğlu'nun AKP'yi bu kadar zorlamasını hiç beklemiyordum, hani neredeyse sevindim diyeceğim yanıldığım için. İzmir'de CHP'nin galip gelmesine değil de bu kadar fark atmasına şaşırdım, en azından belediyecilikteki beceriksizliğinden ötürü CHP'nin zorlanacağını düşünüyordum. Memleketim Artvin'de AKP'nin CHP'yi bu kadar zorlamış olmasına şaşırdım, beklenmedik bir şeydi benim için. Şimdilik daha başka belirgin bir şey gelmiyor aklıma.

Seçimden çıkarılacak derslerden bahsedecek gücüm yok şimdi ama AKP'nin biraz daha düşük oy alıp takkeyi önüne koyarak düşünmeye başlamasını isterdim, bunu yapacaklarını hiç sanmasam da. Şu durumda da düşünmeleri gerekir ya Erdoğan'ın açıklamalarından bu yönde bir izlenim edinmedim ben. Baykal'ın çok gecikmeden seçim zaferi ilan edeceğinden şüphe duymadığımdan CHP için söyleyecek sözüm yok. MHP şimdilik Bahçeli komutasında kargaşadan uzak dursa da oylarındaki artışın beni tedirdin etmediğini söylersem yalan olur. Oy artışı demişken SP'nin oylarındaki artışın Numan Kurtulmuş'a eşlik edebilecek birkaç kişiyle gelecek seçimlerde de kendini belli edeceğine şüphem yok artık. AKP'nin nerede durması gerektiğine iyiden iyiye karar vermesi gerektiğinin de göstergesi bu bir yandan. Gelelim DTP'ye. Mecliste grubunun bulunması bir hayli özgüven kazandırmış olmalı ki Güneydoğu'yu tabiri caizse silip süpürdüler. Onların da siyaset sahnesindeki acemiliklerinden bir an evvel kurtulmak için ellerinden geleni yaparak genel seçimlere daha güçlü girmek için çabalamalarını bekliyorum. Buna ek olarak, gerçek anlamda sol söylem geliştiren ve belirli bir tabanı olan tek parti oldukları için de solda çatı parti arayışlarında etkin rol almalarını da ümit ediyorum aynı zamanda.

Şimdilik bu kadar efendim söyleyeceklerim. Bir klişe ile tamamlayalım sözlerimizi. Sonuçların herkes için hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Safça Adam, Şaşkınca Adam

Sanılmasın ki sitemkarım, küskün yahut kızgımım. Şaşkınım sadece. Hani hiç beklemediğin biri cinsellikle ilgili şakalar yapar da şaşırırsın ya öyle işte. Şaşkınım.

Düz bir adamım ben. Patavatsız belki biraz ama düz. Köşeleri sivri biraz belki ama düz. Gizli kapaklı yanları olmayan bir adam işte. Biraz tanırsan elinin ayası gibi bileceğin bir adam işte. Kendinden başkasına yalanı olmayan bir adam. Herkesi kendi gibi bilen biraz, bu yüzden herkese inanan biraz, biraz safça bu yüzden, bir adam. Gün gelip önemsiz de olsa kendisinden saklanan bir şeyle karşılaşınca, hele beklemediği biri saklamışsa bunu, şaşıran bir adam işte. Neyin ne kadarının saklandığını tam olarak bilmese de şaşıran bir adam.

Sanılmasın ki sitemkarım, küskün yahut kızgınım. Şaşkınım sadece.

İkide İki

Bir bakalım elde ne var.

Önümüzdeki hafta Boğaziçi'nin başvuruları başlıyor ve başvuru yapabilmek için araştırma önerisi yazmam gerekiyor. İki haftalık başvuru süresinin bir haftasını kendime diğer haftasını olabilecek herhangi bir aksaklığın önüne geçmek için belgeleri göndermeye ayırsam önümde öneriyi yazmak için iki hafta var demektir. Ben şimdiye kadar birkaç makale indirmekten başka bir şey yaptım mı peki? Cevap veriyorum, hayır.

Yarın akşam İşletme Politikası (Business Policy) dersinden ilk vizem var. Hocası da kaçmak için fellik fellik delik aradığım danışmanım. Çok şeker ama işine önem veren ve önem verilmesini isteyen biri. Sözün özü çalışmam gerekiyor, aksi halde son dönemimde beklenmedik bir sürprizle karşılaşmam işten bile değil. Peki buna çalıştım mı? Cevap veriyorum, hayır.

İkide iki hayırla günün kaybedeni ilan ediyorum kendimi. Tebrikler!

Sevmek Kolay

Bir sıcak söz, bir demlik çay
İşte sevmek bu kadar kolay
Bastığımız toprak, gökyüzünde ay
Al tut elimi, bu kadar kolay

Göklere çıkmasak olmaz mı, olmaz mı
Yıldızları tutmasak?
Dağları delmesek olmaz mı, olmaz mı
Mecnun gibi yanmasak?

Her mevsim bahar, ılık bir rüzgar
Kapılsam gitsem, bu kadar kolay
Samanlık seyran, gönlüm saray
Al tut elimi, bu kadar kolay


Daha ben ne diyeyim, diline yüreğine sağlık Nadir Göktürk!

Nedir, Ne Değildir?

Ben bir neyim? Nasıl bir soru bu değil mi? Kendimi tanımlamayı istiyorum herhalde cevabında. Bir vicdan muhasebesi değil ama anlaşıldığı kadarıyla. Cevabını aradığım daha başka bir şey. Belki de yanlış bir soru sordum. Düzelteyim. Ben ne değilim? Ne değilim ki bugüne değin aşktan yana şansım yaver gitmedi?

Birincisi çulsuzun biriyim. Aşırı dozda romantizmle gözleri körelmemiş hiçkimse paranın önemini inkar etmeyecektir. Sözünü etmek istediğim kızlar paraya tapar mantığı değil. Biriyle birlikteysen onunla harcayacak kadar paran olmalıdır. Benim durumumda bu para neredeyse hiç olmadı. Daha doğrusu parayı kullanmayı bilmediğim için elime geçen para bu yolla değerlendirilmeye açık olmadı hiç. Çok param olsa onu da kullanmayı beceremezdim, eminim.

İkincisi hayalperestin tekiyim. Ayaklarım yere basmıyor. Bir hayal kuruyorum, peşine düşüyorum ama sonra öylece bırakıyorum. Sebatkar değilim, dikiş tutturamıyorum. Gelecek vaad etmiyorum bu yüzden. Belki doğru bir şekilde kullanıldığında iyi sonuçlar verebilecek bir zekaya sahibim ama alışılmış bir biçimde kullanmıyorum onu. Belki de hiç kullanmıyorumdur, bilmiyorum.

Bu iki sebepten ötürü rasyonel tercih sebepleri hanesine bir eksi koyalım. Gecenin bu saatinde bu türden başka sebepler bulabilmek için beynime yüklenmeyeceğim ama daha başkalarında da olumsuz sonuç vereceğimden şüphem yok. Gelelim diğer sebeplere. Peki ben daha başka ne değilim?

Eğlenceli biri değilim. Belki yanımdaki insanlar benimle olmaktan sıkılmaz ama benimleyken eğlendiklerini de söyleyemezler. İyi bir dinleyici olabilirim ama konuşmaya başladığımda her şeyi rahatlıkla berbat edebilirim. Hele espri yapmayı, insanları güldürmeyi hiç beceremem.

Yeni şeylere açık değilim. Eğlenmeyi bilmem. Değişik mekanlarda takılmam, fazla gürültüye gelmem, her müziği dinlemem, dans etmem, dahası dans eden insan görüntüsünü de sevmem. Kılın biriyimdir vesselam. Canlı müzik dinleyeceksem bir türkü kafeye giderim, dolaşacaksam sahilde bir çay içerim, alış veriş yapacaksam ilk girdiğim yerden ne alacaksam alır çıkarım, dene ve göre yanaşmam, beklemeye dayanamam... Bildiklerimin dışına çıkmam, tad vermem.

Velhasıl güzel vakit geçirilecek biri de değilim. Acını paylaşırım ama onu dindiremem yahut unutturamam. Üzüldüğünde başını okşarım ama bunu o kadar beceriksizce yaparım ki üzüntünü unutursun, sinirlerin bozulmaya başlar. Yanında kafanı dinleyeceğin biri değilimdir.

Düşünelim bakalım başka ne değilim.

Etkileyici biri hiç değilim. Müzikten anlamam, resimden, heykelden, fotoğraftan, sinemadan, tiyatrodan, edebiyattan bile anlamam. İnsanların ağzını açık bırakacak sözler söyleyemem. Taşı gediğine koyacak laflar edemem, alıntılar yapamam, hikayeler anlatamam. Yeri geldi sanıp anlattığım fıkraların hepsinden sonra neden anlattığımı açıklamam gerekir yersizliğinden ötürü. Sözünü edebileceğim maceralarım yoktur. Anlatabileceğim en değişik hikayeler yurt anılarımdır. Bunların bir çoğu herkesten duymaya alıştığımız şöyle haylazdım, böyle asiydim hikayeleridir zaten; bitse de sussam istersin.

Görgülü biri değilim. İnsan içinde nasıl davranılacağını bilmem. Nerede ne konuşacağımdan haberim yoktur. Kendimi neyse de yanımdakileri de utandırırım kimi zaman bu yüzden. Kibar biri değilim. Düşünerek nazik olmaya çalışırım fakat ara ara komik duruma düşerim nazik olmaya çalışırken. Bazen de çok fazla düşüncelilik yaptığım için soğuk biri gibi görünürüm.

Fark ettim ki şimdiye kadar fiziksel özelliklerimden bahsetmemişim hiç. Bu konuda söylenebilecek çok şey yok aslında. Göreceli bir kavram nihayetinde. O nedenle susuyorum ama yazıya bu konunun aklıma getirdiği başka bir yerden devam ediyorum.

Belki de en önemlisi kendine güvenen biri değilim. Kendini beğenmişin biriyim ama en ufak sarsıntıda gururum yerle bir olur çünkü koftur kibrim. Kendimi pohpohlar, pompalarım ama iş başa düştü mü havası kaçmış top gibi süner kalırım. Yabileceğimden emin olmadığım hiçbir şeye cesaret edemem. Korkağın biriyim.

Mesafe ayarlayabilen biri değilim. Kime ne kadar yaklaşacağımı kestiremem. İlgi göstermekle birini boğmak arasındaki farkı bilmem, ilgisizlikle serbest bırakmak arasındakini bilmediğim gibi. Ne zaman soru sorup ne zaman sessiz duracağımı sezinleyemem. Değişen ruh hallerine ayak uyduramam, insanlar hep aynı havadaymış gibi davranırım.

Daha devam ederdim ama liste uzar gider, tadında bırakmak gerek. Genel hatlarıyla ne olmadığımı anlamış bulunuyoruz. Bir kadının ilgisini çekebilecek sürüyle şeyden mahrumum. Hal böyle olunca aşkta kazanamıyor olmama şaşmamak gerek.

Bir benzetmeyle sonlandırmak istiyorum yazıyı. Canım Ailem'deki Halim karakterini diziyi takip etmeye başladığımdan beri kendime benzetiyorum. Son bir iki bölümü izlememiş olsam da değişen bir şey olduğunu sanmıyorum. Halim de tıpkı benim gibi, kötü değil, bilakis iyi biri muhtemelen. Lakin başka da bir numarası yoktur amiyane tabirle. Hazır dizilerden girmişken Aşk-ı Memnu'da denk geldiğim bir sahneden örnek vererek bağlayayım lafı Halim'e. Hangisi olduğunu hatırlayamadığım kadının biri hangisi olduğundan emin olamadığım başka bir kadına "Behlül başkadır. O çok tutkulu bir aşıktır." gibisinden laflar ediyordu. Ahsen'e "Halim nasıl biridir?" deseler cevabı ne olurdu acaba? "Halim? Halim iyidir." der ve susardı herhalde. Dizideki bir sahne de benim tüm söylediklerimi özetler herhalde. Seyhan'ın nikahtan kaçtıktan sonra yanına gittiği arkadaşıyla sohbetleri sırasında geçer bu konuşma. Onu da yazıp çekiliyorum huzurdan.

- Okuldayken iyiydiniz, seviyordunuz birbirinizi.
- Başka türlüsünü bilmiyordum ki...

.

Anlaşılır gibi değiliz
Tek bedende kaç kişiyiz
Hem yok eden hem de tanık
Ne esaslı karmaşa

Eziğim, Var mı Diyeceği Olan

Acar Külyutmaz iyi çocuktu
Önce biraz saftı sonra bozuldu
Televizyon patladı karıştı hatlar
Zavallıya da olanlar oldu


Doksanlarda çocuk olmakla ilgili yazılar, videolar dolanıyor ortalıkta. Bir çoğu yabancı bana onların, birçoğunu sadece isim olarak biliyorum o şarkıların, çizgi filmlerin, televizyon programlarının... Hatta bilmediğim fark edilince garip garip bakıldığı oldu zaman zaman yüzüme. Oysa öyle bakanlar doksanlarda sadece TRT izleme imkanına sahip olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Benim için doksanların liste başı pop şarkıları sadece Müzik Pınarı'nda rastladığımda bilinir olurlardı. Okul çıkışında yürümem gereken bir saatlik yolun bitiminde son dakikalarını izleyebildiğim ve baş tarafını bir yerde karşılaşırsam komşunun okula gitmeyen oğlundan öğrendiğim bir çizgi film vardı robotların arabaya yahut arabaların robotlara dönüşüp savaştığı, hala "Transformers mıydı o yoksa?" diye düşündüğüm. Her gün merakla aptal kutusunun başına geçtiğim bir okul sonu eğlencesiydi Acar Külyutmaz benim için.

Acar Külyutmaz bir gazetecidir. Şarkıda da dendiği gibi önceleri saftır biraz, ne adı gibi acardır ne soyadı gibi külyutmaz. Günün birinde televizyon patlar, televizyonun parçalarından biri beynine girer. Olanlar olur, Acar gözlerine baktığı kişilerin düşüncelerini okumaya başlar. İşte böyle saçma bir diziydi, zaten çok sürmedi kaldırıldı yayından. Yine de severdim ben onu, arkadaşsız dünyamda tek eğlencemdi o benim. Doksanlarda çocuk olmaktan söz eden çok kişi bilmez ama Acar Külyutmaz'ı, seçenekleri vardı onların. Seçenekleri olmayanların da doksanlarda çocuk olmaktan daha başka şeyleri vardır konuşacak.

Farkındayım, hiç sevmememe rağmen gariban edebiyatı yaptım. Bıktım ama her defasında yüzüme acırcasına bakılmasından.

Öksür Bakayım Çocuğum

Gözümüz aydın, ben de hasta olanlar arasına adımı yazdırdım. Perşembe günü Galatasaray maçını izledikten sonra eve döndüm. Koray Rüveyda’yı acile götürmüştü, ondan haber gelinceye kadar yatmayayım dedim. O ara bilgisayara bulaştım, hayli geç oldu yatıncaya kadar. Sabaha karşı sırtım açık kalmış galiba, uyandığımda üşüdüğümü hissettim. Boğazımda da hafif bir kaşıntı vardı. Oğlum şifayı kapacaksın galiba, dedim. Hava da biraz soğukmuş galiba, kalktıktan sonra da üşüdüm hafiften. Salona geçip ısıtıcıyı açtım, orda oturdum.

Dışarı çıktım sonra. Postaneye uğradım para almak için. Henüz gelmemişti havale. Babamı aradım gönderdiğini söyledi. Sonradan anlaşıldı işin aslı, Balçova yerine Bornova postanesine göndermişler parayı. Oradan çekilip Balçova’ya aktarıldı da alabildim paramı neyse ki. O arada koştururken iyiydim.

Öğleden sonra Tübitak’a burs başvurusu için koşturdum. İnternetten yapılacak başvurunun nesi için koşturdum değil mi? Kaydı tamamladıktan sonra çıktı alıp imzalamamız ve o çıktıyı gerektiğinde diğer belgelerle beraber göndermek üzere saklamamız gerekiyormuş. Çıktısını almamız gereken sayfanın ayrı bir dosya halinde olduğunu bilmediğim için riske girmeyeyim diye internet kafeye gidip her an çıktı alabilecek durumda olmak istedim. Evin hemen karşısında olduğu için sırtıma bir hırka alıp çıktım. Aksilik üzerimde bozuk yoktu ve onlarda da yokmuş bozuk para. Elli liradan daha düşük bir miktarda para çekmek için yüz-yüz elli metre mesafedeki bankamatiğe yürüdüm fakat acıyla fark ettim ki oradaki bankamatik kaldırılmış. Hava güzeldi, biraz yürüyüp bankaya kadar giderim dedim. Oradaki bankamatiklerde de bozuk para olmadığını görünce tepem attı, gider bir şeyler alır bozdururum parayı dedim.

Yürüye yürüye Susuzdede Parkı’nın altındaki Tansaş’a geldim. Saç kremim bitmişti, onu alayım bari dedim. Baktım baktım benimkinden kalmamış. Ne alsam diye bakınırken tıraş jelimin de bittiğini hatırladım. Gittim ondan aldım bir tane ve para bozdurma görevini tamamlamış oldum. Parkın içinden yürüyerek yokuşu çıktım. Kafeye geldiğimde boğazımın yeniden kaşınmaya başladığını fark ettim. Galiba yürürken bir güneşe çıkıp bir gölgeye girince sırtımda da kalın bir şey olmadığı için üşümüşüm. Üstüne bir de Susuzdede’nin yokuşunu ekleyince biraz zararlı olmuştu anlaşılan yürüme işi.

Başvuru sayfasını açtığımda önceden kaydettiğim bilgilerin silinmemiş olduğunu görünce sevindim. Onay sayfasını tekrar okudum fark etmediğim bir şey olmasın diye. Her ihtimale karşı onun çıktısını alıp öyle onayladım. O zaman gördüm ki çıktısı alınması gereken sayfa pdf dosyası olarak veriliyormuş. Bunu bilsem evde paşa paşa kaydımı yapar, dosyayı kaydedip daha sonra çıktısını alırdım. Neyse, daha fazla sorun yaşamadan başvuru işlemini tamamladıktan sonra döndüm eve.

Akşama doğru Koray eve dönmeyince merak edip mesaj gönderdim. Tam o anda da o bana mesaj yazıyormuş. Güzel bir rastlantı oldu vesselam. Bornova’da Bülent Ortaçgil ve Ezginin Günlüğü’nün konseri varmış. Giriş ücreti de 20 liraymış. Gideriz adamım, dedim doğal olarak. Dedim ama Koray eve gelinceye kadar geçen sürede boğazım daha kötü oldu. Gidip gitmeme kararsızlığındayken Koray Rüveyda’nın benim geleceğimi duyduğunda sevindiğini söyleyince sesimi çıkarmadım. Rüveyda’yı evden alıp İzmirspor’da Esra’yla buluştuktan sonra metroya bindik. Tam Bornova’ya varmıştık ki bizimkiler konsere gitmekten vazgeçip karaoke bara gitmeye karar verdiler. Doğruca Alsancak’a yollandık. Allah vere fiyatlar pahalı geldi de çıkmaya karar verdiler yoksa o gürültüde kafayı yerdim ben. Bir dakika sonra dışarı çıktığımızda kulaklarımın teptiğini gördüm. Ben ne mazbutmuşum ya! O gürültüde insanlar durabiliyorlarmış meğer.

Oradan çıkınca ne yapsak ne etsek diye düşünürken önce ucuz bir yerde hafif demlenip sonra bir kulübe falan gideriz diye karar aldık. Tabi ben böyle arada gezerken iyice kötü oldum. Hoş güzel bir bahanem oldu, alkol almamış oldum böylece.

Yoruldum yazmaktan, kısa kesiyorum devamını. Önce bir bara gittik. Oradan çıkınca Esra’nın tango kursu aldığı yere uğradık. Orada biraz dans edenleri izledikten sonra Esra’yı bırakıp gidilecek bir yer aramaya başladık. Ben aslında eve dönmek niyetindeydim ama nedense takıldım onlara. Sonra bir yerde oturduk. On on beş dakika kadar canlı müzik dinleyebildik ancak, sonra program bitti. Biraz daha oturduktan sonra kalktık biz. Esra’yı bekledik bekledik gelmedi. Tam çıkarken karşılaştık. Kurstan arkadaşlarıyla gelmişlerdi. Onları orada takılmak üzere bırakıp çıktık biz. Ufaktan bir hesap kitap yaptıktan sonra taksiyle eve dönmenin daha uygun olacağını düşünüp atladık bir taksiye doğru eve geldik. Bu hesabın nasıl yapıldığına da değineyim biraz. Çıktığımızda saat bire beş vardı. Bir sonraki baykuş tam bir saat sonra Konak’tan kalkacaktı. Bu bir saatin yarım saati yürümekle geçecekti. Diğer yarım saat için Koray’ın söylediği “Ben bir şey yemek isteyeceğim. Kişi başı dörder liradan hesaplasak on iki lira yemeğe. Dört lira da baykuşa vereceğiz etti on altı lira. Taksiye binsek on dört liraya evdeyiz. Bir makarna yapar yeriz.” oldu. Hak verdik atladık taksiye. Eve gelince birkaç dakika nette takılıp yattım sonra.

Bunca lakırdıyı ettikten sonra diyebilirim ki şimdi düne göre biraz daha iyi gibiyim ama hala öksürüyorum ara ara.

Bugünün aklıma takılan şarkısı Funda Arar’dan Cam Kırığı. Nereden aklıma geldi bilmiyorum. Bilgisayarda uzun zamandır Funda Arar bulunmadığı için Youtube’dan dinliyorum. Cam Kırığı Funda’nın ilk albümü Sevgilerde’den. O albümde Sonu Yok Bu Aşkın’la birlikte en sevdiğim şarkı. Bulabilsem müzik çalara koyacaktım ama yok. Ne yapalım, kısmet değilmiş.

Ne zaman düşünsem senden sonra adını
Cam kırığı kanatır gözlerimin akını

Ağlayacağım Biraz Bugün

Başıma ne geldiyse çok konuşmamdan geldi. Art niyetli oldum niyetim açığa çıktı, iyi niyetli oldum ya ucu birine battı ya yanlış anlaşıldı. Bu kadar kötü müydüm; bunca ters, mızmız, yalancı, sahtekar, numaracı, oyunbaz, ikiyüzlü müydüm; o denli bencil miydim be söylediklerim iyi niyet eleğinden geçirilip tekrar değerlendirilmedi hiç. Hep kırgınlıkla, hep kızgınlıkla boğuştum; hep dediğimi bir de ne demek istediğimle tekrar etmek zorunda kaldım. Neden? Neden ya kimse de çıkıp "Ben bu çocuğu tanıyorum; biraz salaktır ama kalbi temizdir, bir şey söyledi yahut yaptıysa kötü niyetli değildir." demedi, diyemedi? Evet safım, evet ne yaptığımı bilmiyorum kimi zaman, evet önünü sonunu düşünmeden hareket ediyorum ama insaf edin kimse için kötü bir şey istemiyorum. İstediklerimin peşinde koşuyorsam sonunun güzel olacağına inandığım için, düşüncelerimi inatla savunuyorsam bir faydam olacağını sandığım için... İçimden, lanet olsun, sözü her geçtiğinde Allah'tan korkuyorsam ve gerçekten lanet okuyamıyorsam insanları hala sevdiğim içindir. Yapmayın be abi, insaf edin, vurmayın artık. Yoruldum artık. Müsebbibi benim yorgunluğumun, ne ettimse çok konuştuğum için kendime ettim ama acıyın biraz.

.

Biliyorum, seni sevmek yeni yalnızlıklardır...
Hicri İzgören

Vış Heyvan

Öküz gibi yedim ayıptır söylemesi. Yeşil mercimekle makarna yapmıştım, acıkmışım, yedikçe yedim. Bir de göbeğimi kaşımaya başladım ki değmeyin keyfime. Oh, mis!

Nerede Kalmıştık?

Yazmayı özlemişim galiba, kaptırmış gidiyorken birden Toefl sonucum açıklandı mı diye bakmak geldi aklıma. Gelmez olsaymış, bakar bakmaz dağıldım. Beklemiyordum bu kadarını, heyecanlandım. Toefl Ibt'ye girmiş olanlar yahut bir şekilde alakası olanlar için puanımı yazıyorum: 102. Sınavın 120 üzerinden olduğunu düşünürsek fena bir puan değil. Benim 80-85 beklediğimi düşünürsek gayet iyi. Kıyaslama yapmak için Boğaziçi'nin yüksek lisans başvurularında alt sınır olarak 80 istediğini söyleyeyim, net bir fikir oluşsun kafalarda. Neyse, geçelim bunu ve gelelim söz verdiğim fotoğraflara.


Kordon'dan bir görüntü. Ben anlamam ama estetik değil bu diye düşünen olur diye söylüyorum yürürken çekildi bu fotoğraf.


Pasaport İskelesi. Fark ettim ki Pasaport İskelesi'nden vapura binmemişim hiç. İzmir'den ayrılmadan evvel mutlaka bir kez binmek istiyorum.











Mahsum.



Ve bendeniz.

Not: Üstadın fotoğraflarını çekme cüretini gösteremediğimiz için yalnızca Mahsum'la benim fotoğraflarımız vardı, ondan koyamıyorum. Kasıt aranmasın(!)

Ordan Burdan

Ne günler geçiriyorum ya! Yatsam uyuyamıyorum, kalksam oturamıyorum, evde duramıyorum, dışarda kalamıyorum, yalnız yapamıyorum, kalabalığa gelemiyorum... Hep bir devinim halindeyim ama hiçbir şeyden adam gibi tad alamıyorum. Zaten çok zaman ne yaptığımı da bilemiyorum. Yine de fark ettim ki uyanık kalmak yatakta dönüp durmaktan, dışarda olmak evde oturmaktan, arkadaşlarımla olmak yalnız kalmaktan daha iyi geliyor bünyeme. Ona uygun hareket etmeye çalışıyorum.

Yürümeyi yaşam biçimi haline getirmek üzereyim neredeyse. Her gün az biraz yürüyorum son zamanlarda. Dün yürüyüşe çıkmadım, garip hissettim kendimi. Bugün de çıkmadım henüz ama birazdan vururum kendimi sahile herhalde. Adam akıllı yol yaptığım da oluyor bazen. Geçenlerde İnciraltı'ndan eve kadar yürüdüm. Kent ormanının içini gezdim biraz yol üstünde olduğundan. İyi hoş ama biraz kıyıda köşede kalmış gibi. Yaz günleri kalabalık olabilir ama, bilemiyorum.

Çarşamba günü de evden Konak'a yürüdük Burak ve Mahsum'la. Kordon'da birer çay içtik. Bol bol fotoğraf çekti Burak çay içerken. Birkaç tanesini eklerim yazının sonuna. Beni de çekti iki üç defa. Sevgi Yolu'na kadar gittik. Ordan geri döndük. Kızlarağası'nda salep içmek istedik ama sansımız yokmuş, salep kalmamış. Birer çay da orada içip yolumuza devam ettik. Bahribaba'dan otobüse binip eve döndük. Burak da geldi, yemek yaptım ben, afiyetle yedik. On biri biraz geçiyordu Burak gittiğinde. Gitmeden evvel günlüğe arkaplan seçtik bir tane, şu an fonda olanı. Çerçevelerin içi maviydi, sevmedi onu, fotoğrafı gönderdim kendisine, fotoşopla rengini değiştirdi. İyi de oldu bence. Bugün de dersten sonra çağırdım gelsin diye, bakalım gelir belki akşama.

Dün de dersten sonra İnciraltı'na gittik nargile içmeye. Bayağı kalabalıktık. Ben, Koray (organizatör), Derya, Ayhan, İnci, Ali, Burak, sonradan gelen Bilge ve ondan da sonra gelen Onur. Yedik, içtik, eğlendik. Sohbet etmeye fazla fırsat bulamadık, maç başladı çok geçmeden. İyi de oldu aslında. Anladım ki dostlarımla birlikte olmayı istiyorum ama konuşmak zor geliyor.

Dağıldım şimdi, Toefl sonucunu öğrenince dikkat diye bir şey kalmadı. Daha sonra devam ederim. Fotoğrafları da koyarım bir sonraki yazıya, söz.

Sağlıcakla...

İmkansız

Biz bu şiiri Zekai Tunca'dan Rüyalarım Olmasa adıyla şarkı olarak dinlemeye alışmıştık. Bugün televizyonda şairin, Cemal Safi, kendi sesinden şiirin tamamını dinledim. Yaş geliyordu gözlerinden okurken. Sulandı, doldu gözlerim, tutmasam kendimi benim de dökülecekti birkaç damla gözyaşım. Neyse, yazalım başkaları da okusun.

Yıldızlara baktırdım fallara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor, yollara çıkmıyorsun
Seni görmem imkansız rüyalarım olmasa

Zor mu geldi kalbinde bana sevgi saklamak
Yakıp gittiğin yeri dönüp bir kez yoklamak
Değil sabaha kadar seni öpüp koklamak
Seni sarmam imkansız rüyalarım olmasa

Sevmesem özler miyim seni can pahasına
Ne olur bir fırsat ver, beni bir daha sına
Adını söyleyemem senden bir başkasına
Seni sormam imkansız rüyalarım olmasa

Düşlerimde incitsem günlerce uyuyamam
Sana değil, saçının bir teline kıyamam
Yıllar sonra dönsen de "Nerde kaldın?" diyemem
Seni kırmam imkansız rüyalarım olmasa

Yalvarırım mektup yaz beş dakkanı ayır da
Su serp yanan sineme sağlığını duyur da
Yaban gülü gibisin dağda, kırda, bayırda
Seni dermem imkansız rüyalarım olmasa

Cemal Safi

.

Alışkanlıklar insanı köleleştirir.* Köleleşmeyin!
*Jean Paul Sartre

Hoca Aranıyor

Berber Dili ve Edebiyatı dalında uzman eğitmenler aranıyor. Bu konuda tecrübe sahipleri veya referans verebilecek olan varsa minnettar olurum. Saygılarımla.

Televizyon

Arkadaş şu güzel yurdumda televizyonculuk anlayışı ne boktandır ya. Aksi gibi salonda oturmaya da alıştım, ikide bir kafayı çevirip çevirip bakıyorum.

Adriana Lima ve Güzellik(!)

Adriana Lima Türkiye'ye gelmiş. Acun, dandirik programı sayesinde cânım memleketime gelen yabancı ünlüler furyasına bir isim daha ekledi böylelikle. Kendisini vatana ve millete bu üstün hizmetlerinden ötürü tebrik ediyor ve bayrağımızı göndere çekmek için gösterdiği çabayı takdir ediyorum. Yaşa, var ol Acun.

Babasının aşk şehri diye Roma yerine yanlışlıkla Paris adını verdiği pek bir seksi ve medyatik oteller zinciri veliahtı Hilton kızımız (seksi ve medyatik olan yalnızca kızımız olmadığı için otelleri de ayrı tutmak istemediğimden her iki türlü de anlaşılabilecek bir niteleme kullanmak istedim), beş on kuruş derken damlaya damlaya 50 Cent (Türk Lirası karşılığı 83 kuruş oğlum boru değil) olmuş şarkıcı abimiz derken şimdi de Türk erkeklerinin geviş getirmekte olan bir lama gibi ağızlarının suyunu akıtıp avının üzerine atlamak için fırsat kollayan bir puma misali dört gözle takip ettikleri sambacı (bu tabiri futbolcularla özdeşleştiren değerli spor medyamıza buradan selam çakmayı kendime borç bilirim) Adriana'yı konuk etmiş Ilıcalı. Tebrik falan faslını üstte geçtik o yüzden tekrarlamıyorum, bu kadar zırvalamamın sebebine geçiyorum.

Efendim gördüğüm kadarıyla Adriana Lima'nın Türk erkekleri hele hele şu meşhur bilgi kaynağı ve haznemiz ekşi sözlük erkek yazar kolonisi üzerinde inanılmaz bir etkisi var. Hani komplo teorilerine yatkın biri olsam Adriana'nın Türk erkeklerini etkisi altına alarak eblehleştirmek, dünya üzerinde bilmem kaç milyar başka kadın varken yalnızca onu düşündürmek ve bu yolla hiçbir zaman elde edemeyecekleri bu kız yüzünden üreme görevlerini ihmal edip yüce Türk soyunun tükenmesini sağlamak için dış mihraklarca özel olarak tasarlanmış bir biyo-bilimumbilimsel bir ürün olduğunu düşünürdüm. Ama okuduğum kadarıyla seneler evvel (tarih vermiyorum, bayanlara yaşı sorulmaz, sorulsa da başkasına bildirilmez) Brezilya'da yoksul ve dindar bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş kendisi. Yani bildiğin insan. Madem bildiğin insan neden yurdum erkekleri için Nutella'dan bile daha tartışılmaz bir yere sahip bu kızcağız? Bu fetişizmin kaynağı ne?

Üstteki paragrafın son cümlesi dolayısıyla kapitalizmin kadın etinden sektör oluşturmasını (kadın etinden sektör oluşturmak lafını ilk defa Yılmaz Odabaşı'dan öğrenmişimdir) ya da cinselliğin yozlaşmada oynadığı etkin rolü falan eleştireceğimi düşünen varsa yanılır. Ben sığ bir adamım, sığ şeylerden bahsederim. Bu yüzden sabah beri tek tek basaraktan, bade süzerekten, inci dizerekten bik bik etmemin sebebi Adriana Lima'yı beğenmediğimi söylemek istememdir yalnızca. E bunu tek cümle olarak yazıp gönderemeyeceğime göre önden bir miktar laf salatası sunmam gerekti. (Yemekteyiz izleyemedim yeterince, salatanın ne zaman ve nasıl servis edileceğini bilmediğimden kendi yöntemimi kullandım. Puanlar düşük gelirse şaşırmam.)

Bana sorarsanız Adriana Lima ortalama güzellikte bir modeldir arkadaşım. Türkiye'de ondan daha güzel sürüyle isim sayabilirim, hem de bir çırpıda. Ha güzellik öznel bir yargıdır, benim güzel bulduğumu başkaları güzel bulmaz o ayrı elbette. Malum ben de herkesin salyalar akıttığı birini beğenmediğimi söylemek için yırtınıyorum öteden beri. Lafı fazla uzatmadan, güzellikte öznellik ve nesnellik felsefesine(!) dalıp güzellik yarışmalarına sistematik eleştiri getirmeye başlamadan evvel (ki bence güzellik yarışmaları ayrımcılığın ve ötekileştirmenin daniskasının yapıldığı organizasyonlardır, yersen) sözü bağlayayım.

Bence Adriana Lima güzel bir kadın değil. Tamam biraz ılıman hale getirelim söylemimizi, çok güzel bir kadın değil. Bu ülkenin havasını solumuş, bu ülkenin sularından içmiş vs. niteliklere sahip, özetle bu topraklarda yetişmiş Adriana'ya güzellikte nal toplatacak nice güzelimiz var. Tabi bir de benim gönlümün güzeli var ama onun kategorisi ayrı. Ayrıca kendisine yan gözle bakanı vururum ona göre. (Spekülasyon, spekülasyon, spekülasyon.)

Ah Bu Şarkıların...

Ah be dostum, açtın bu efkarlı şarkıları, yaktın ahan şu kalbimi. Zaten kendimi yalnızlığa terk etmişim, sözü sohbeti özlemişim yapılacak iş mi bu? Gözlerim kapanıyor, uykusuzluktan mı sıkıntıdan mı bilmem. Yarın final var çalışasım yok, gerekli mi değil mi bilmem. Sevdiğim biri(leri) var, mutlu(lar) mı değil(ler) mi bilmem. Bir de bu şarkılar...

Beyaz Melek

Sinemadan anlamam ben. Senaryo nasıl yazılır bilmem. Hatta elime bir senaryo örneği alıp okumuş bile değilim. Film müziği nedir, neye göre seçilir haberim yok. Hele görüntü gibi, ışık gibi, ses gibi teknik detaylardan hiç anlamam. Alelade bir izleyiciyim ben. Oyunculuktan da anlam zerre kadar. Ama bazı insanlar var, o kameranın karşısında ne yapıyorlarsa böyle içine işliyor insanın. O yüzden diyorum ki her şey bir yana sırf o kadar ustayı aynı filmde oynamaya ikna ettiğin, bu şöleni bana yaşattığın için sağol be Mahsun! Yüreğine sağlık, ne diyeyim.

Oturuma Prim

Ne acayip bir ülkede yaşıyoruz biz ya! Milletvekillerimizin maaşlarının yetmediğine dair yakarışları nihayet(!) dikkate alınmış ve bu mağduriteye(!) bir çözüm önerilmiş. Milletvekillerimiz, hani bizim vekilimiz olarak meclise giden insanlar, yani bizi orda temsil etmesi gereken kişiler katıldıkları oturum başına prim alacaklarmış bu öneri kabul edildiği takdirde. Pardon ama oturuma katılmayacaksan işin ne mecliste behey vekil! Katılmadığın oturum başına ceza yiyeceğin yerde katıldıkların için prim alacaksın demek. Ne demeli, böyle millete böyle vekil.

Not: CHP'yi meclisle barıştırırmış bu hamle iyi mi!

Uykuya Giderken

Ben bu gece mutlu yatacağım yatağıma. Niye mutluyum bilmiyorum ama mutluyum işte. Fazla da sorgulamak istemiyorum. Basit denebilecek dahi olsa bir isteğim yerine getirildi, belki ondandır. Ne fark eder ki hem sebebinin ne olduğu? Çok şükür bir derdim tasam yok. İnsanoğlu ne eziyetler çekiyor ben rahat yatıyorum. Birilerinin çektiği eziyetlerden ötürü suçluluk dahi duymuyorum. Öyleyse niye huzurlu bir şekilde uyumayayım? Sadece bilmek istediklerini bilen, hatırlamak istediklerini hatırlayan yarım hafızalı bir bireyim şu aralar. Ne söylediğini bile enine uzununa düşünmeyen biriyim. Hoş hiçbir zaman konuşurken ölçüp biçmeyi beceremedim ama şu sıralar hiç yapmıyorum bunu. Gerçi bu rahatlığımın bir sebebi de söylediklerimin dinlenmesi, yanlış anlaşılacak bir şey söylediğimde doğrusunu söyleyebilmem için fırsat verilmesi ve bana güvenilmesi olsa gerek.

Neyse, ne dediğimi bilmediğim kıçı bir yerde başı başka yerde bir yazı oldu bu geceki. Biraz da balatalar yandığından olsa gerek. Ne dediğimin çok da önemi yok herhalde.

Unutmadan, Bolt'u izledim bu akşam. Tek bir yerde kahkaha attım, onun da hangi sahnede olduğunu hatırlamıyorum şimdi. Gülmek için ideal değilse de vakit geçirmek için iyi bir film. Köpek de bayağı sevimli çizilmiş doğrusu.

Esen kalın.

Bir Şarkı Çal Bana

Bir şarkı çal bana. Öyle bir şarkı çal ki çizip geçsin yüreğimi. Geçmesin hatta saplanıp kalsın. Şerha şerha yarsın, parça parça bölsün. Tutsun yerlere çalsın, üstüne çıksın çiğnesin. Vurmakla kalmasın öldürsün. Öyle bir şarkı çal ki bana acıyayım, acıdan acımı hissetmez olayım hatta, acının ta kendisi olayım. Bir şarkı çal bana...

Sorular Sorular Sorular

Sevgi nedir? Birini sevmek ne demektir? Seni seviyorum bir itiraf mıdır bir ilan mı? Sevildiğini bilmek kişiyi arif sevgiyi maruf yapar mı? Sevdiğini söylemek adama ne katar? Söylememek neleri götürür?

Benzin Pompası Değil Tüfek

Geçenlerde televizyonda bir haber vardı. Adamın biri eniştesinin mi bacanağının mı ne evini basıyor; adamı, karısını ve sanırım bir çocuğunu pompalı tüfekle öldürüyor, iki çocuğu kaçırmaya çalışırken engellemeye çalışan komşuları falan da vuruyor. Üç kişinin öldüğü üç kişinin yaralandığı bir vaka. Bu caniliğin sebebi ise tüyler ürpertici. Adam eşinden ayrılmalarından eniştesi mi bacanağı mı her kimse onla karısını sorumlu tutuyormuş. Bunu duyduğumda delirdim resmen. Ulan pezevenk, behey şerefsiz, haysiyetsizin önde gideni... Senin de karının da seni adam yerine koyup nikah kıyan memurun da seni boşayan hakimin de sane ekmek veren fırının da sana veresiye hesabı açan bakkalın da seni işe alan burjuvanın da seni askere alan genel kurmayın da senin seçmen kütüğüne yazılmana izin veren yüksek seçim kurulunun da sana yol su elektrik hizmeti sunan belediyenin de seni haber yapan televizyon kanalının da o haberi izleyen benim de... Ne sikim bir topluluk olduk lan biz? Adamın biri alıyor eline pompalı tüfeği (benzin pompası alıyor lan sanki), boşanmama neden oldular deyip ev basıyor, üç kişiyi öldürüyor, üç kişiyi yaralıyor. Sana bu mantık kodlarını yükleyen toplumu sikeyim ben. Sana bu sıçtığımın hayat felsefesini aşılayanların köküne kibrit suyu ekeyim. Neyse, birden sakinleştim. Gidiyorum ben. Sağlıcakla falan kalmasın kimse.
İnsanlığımı yitirdim. Hükümsüzdür.

Dar Hejîrokê

"-Kürtçe biliyor musun?
-Hayır.
-O zaman niye ağlıyorsun?
-Abi bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek?"


Böyle bir şeydi işte Gönül Yarası'nda Nazım'la (Şener Şen) Dünya'nın (Meltem Cumbul) diyalogu. Aynur Doğan Dar Hejîrokê'yi söylüyor Dünya ağlıyordu. Bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek gerekmiyordu. Ağlamak için hiçbir şeyi bilmek gerekmiyor. Gönlünde yara olmak, Gönül Yarası olmak yeter. Al bak, Elveda Rumeli var televizyonda, hiç duymadığım, belki bir daha hiç duymayacağım bir müzik var fonda ki hiçbir çalgının adını bilmiyorum o derece yabancıyım. Ağlıyorum ama. Bir el verin hep birlikte ağlayalım. Dökelim gözümüzden yaşları. Bakarsınız göz yaşı temizler kan ile kirlettiğimiz şu dünyayı.

Hele Bir Soluklan Yeğenim

Yavaş yavaş sapıtmaya başlıyorum. Dizi takip ederken yakaladım kendimi bugün. Canım Ailem'in tekrarı hangi gün, yeni bölümü ne zaman? Adanalı var bundan sonra, tekrarı ama ilk kez yayınlandığında izlememiştim. Abi Gece Gündüz nerde ya, güzel oluyordu izlemek. Bugün Avrupa Yakası'nda şu yemek programıyla dalga geçtikleri bölümde Dursun'un yemek yaptığı kısmı izlemeden kanal değiştirmelerine izin vermedim resmen. Niyeymiş, magazin programında görmüşüm de merak etmişim. Magazin programı bile dinliyordum yani. Bak henüz o kadar kaybetmemişim kendimi, magazin izlemeyip dinlemekle yetiniyorum şimdilik ama sonum oraya da varacak diye korkuyorum. Hatta ilk sinyali bugün verdim, çocuklar Genç Bakış'ı izlerken önce sabırlarına şaşırdığımı söyledim birkaç kez sonra da dayanamayıp "Abi ne olur değiştirin şunu. Gelin kaynana programı açın, Yemekteyiz açın, izdivaç programı açın, magazin açın ama Allah rızası için değiştirin şunu." diye isyan ettim. İşte böyle. Benim yolum yol değil anlayacağınız.

Farkındalık

Bugün şunu fark ettim: çok boşum ya. Sabahtan akşama kadar internet, televizyon, biraz da kitap başka hiç bir şey yok hayatımda. Akşam olunca yemekten sonra yine internet ve televizyon. Tek değişiklik internette aval aval dolanmayıp sohbet halinde bulunuyor olmam. İnsan iki sayfa kitap okur, dışarı çıkar hava alır, arkadaşlarının yanına gider. Yok arkadaş. Kukumav kuşu gibi evde oturuyorum. Kukumav kuşu baykuşgillerden bir kuşmuş bu arada. Ne olduğunu öğrenmeme vesile olduğu için bu yazıyı yazıyor olmama sevinmeliyim aslında. Sayfayı ilk açtığımda birden vazgeçmiştim yazmaktan halbuki. Bak bir de bu var mesela. Bir bezginlik, bir boşvermişlik, daha başlamadan vazgeçme bir şeylerden... Allah sonumu(zu) hayır eylesin. Amin.

Fecir

Karanlık! Kim söndürdü ışıkları? Biliyorlar karanlıktan korktuğumu. Ayşe nereye gitti? Evde olsa fark eder yakardı koridor lambasını. Ampul mü patladı acaba? Hasan efendi gelse de baksa bir. Bir, iki, üç.../Karanlık bugün/korkmamak ne güç.
Sağır mı oldum, neden duymuyorum kendi sesimi? Sesim mi çıkmıyor yoksa? Hissediyorum ama ses tellerimin titreşimini. Ah şu kolumu bir kaldırabilsem duvara vurur anlardım sorunun kulaklarımda mı ses tellerimde mi olduğunu. Nasıl da uyuşmuş. Ne kadar yattım ki üstüne? Niye rahatsız olup uyanmamışım? Çağırım Sunam sesim duyulmaz./Uyan Sunam uyan derin uykudan.
Şafak attı, gök ağardı./Biz kalkmadan gün doğardı./Taze taze içmek için/annem bize süt sağardı. Neden durup dururken süt çekti canım? Münevver gelseydi kahvaltı için süt ısıtmasını söylerdim. Sahi o neden gelmedi? Hiç bu kadar gecikmezdi. Bugün niye her şey böyle garip? Herkes nerede? Kimse bakmaz/derman olmaz mı derde/imdat diye bağırsam/kalakaldığım yerde?

End of Playback

Barış Manço dinliyordum. Günlüğün görünümünü düzenlerken sağ tarafta gördüm de aklıma geldi. Gönül ferman dinlemiyor demiş Barış Abi. Dört küsür dakikalık bir şarkı. Bittiğinde Winamp End of Playback uyarısı verdi ekranın sağ alt köşesinden. End of playback, game over gibi bir şey. Sanki çoktandır bildiğim bir şeyi yüzüme vurur gibi. Bitti çocuğum başkalarının sözlerinin ardına sığınıp bir şeyler karalama devri. Ya çık dobra dobra kendi sözlerini haykır ya da efendi efendi sus. End of playback, anlayana sivri sinek saz vesselam.