Kara

İçimden hep karanlık üzerine yazmak geliyor. Cinayetler, intiharlar, sıradan ölümler, hastalıklar, depresyon, ihanet, kıskançlık, kavga, yoksunluk... Daha başka akla gelebilecek ne kadar istenmeyen hal varsa onun üzerine yazmak istiyorum. Aksi elimde değil gibi. Hep bir kasvet arıyorum hikayelerimde şu sıralar. Güzel şeyler düşünmek istediğimde beceremiyorum. Bu son dediğim yanlış oldu. Güzel şeyler hakkında yazmayı düşündüğümde beceremiyorum demeliydim. Aklıma peş peşe sıralayabileceğim üç cümle gelmiyor. Çok mu karamsarım yahu?

Pencere

Pencere garip şey. (Şu sıralar da her şeye garip diyorum. Amma şaşırıyorum yahu! Yahut kelimeleri unuttum her şeyi garip olarak nitelendiriyorum.) Pencere sana yalnızca meselenin bir kısmını görme imkanı sunuyor. Sen de göz önündeki hususu görebildiğin kadarıyla değerlendirebiliyorsun. Başka bir pencereden bakınca başka bir manzarayla karşılaşıyor, başka bir değerlendirme yapıyorsun. Bir odanın dört yöne açılan dört penceresi olsa, hangi pencereden baksan onu görüyor ve onu konuşuyorsun. Ne ki biz ademoğulları buna mahkum gibiyiz. Çatıya çıkmaya ve manzaraya 360 derecenin tümüyle bakmaya ya yeterli donanımımız yok ya da alışkın değiliz. Bilemiyorum.

Ha ben şimdi ne anlatmak istiyorum aslen? Benim penceremden haksız görünen kendi penceresinde gayet haklı yahu! Benim suçladığım kendince masum. Haliyle benim bela bulsun istediğim beladan münezzeh olmak arzusunda. Böyle mi bu işler? Böyle.

Sonra birden bana a' aaaa!

"Bu saatte nereden aklına esti yahu!" diye dalga geçmeyecekseniz şunu söylemek istiyorum. Doksanlara uzandım efendim şöyle bir. Zamanın ünlü şarkılarını dinliyorum youtube'dan. Rastgele. En yenileri bile on beş yıla yakın bir zaman öncesinden sesleniyor. Ben o şarkıları söylemesem bile duya duya ezberlediğimi biliyorum. Hepsine eşlik edebiliyorum şu an. Yaşlanıyoruz azizim. Saçımda çoğalan beyazlar kadar çarpıcı oldu bu saatte.