Nafile Is No More Listed as "In a Relationship"

Çoğunlukla yaptığımın aksine bu defa başlığı yazıdan önce belirledim. Neden? Yazının özünü anlatıyor da ondan. Yazı deyince uzun uzun bir şeyler karalayacakmışım gibi geliyor ama mesele aslında iki üç cümlelik bir şeyden ibaret. Yine de yazı yazıdır değil mi? Her neyse, mevzu bu değil elbette.

Doğru okudunuz efendim, Nafile is no more listed as "In a Relationship". Facebook'un ilişki kısmında yapılacak olan bir değişiklikten sonra ortaya çıkacak bildiri böyle oluyor bir şey oluyor. Benim de ilişki durumumda oluşan değişiklik sonrası bildirim bu oldu. Aslında tam olarak doğruyu yansıtmıyor ama daha doğrusunu yansıtacak bir ifade de bulamadım. Tam olarak doğru değil zira daha önce "In a Relationship" olarak "listed" değildim. (Listed tabi, ne olmuş yani?) Üstelik normal insanların gözüyle baktığımızda "In a Relationship" gibi bir durumum da yoktu. Yine de uzunca bir zamandır (belki on belki daha fazla yıldır) seviyeli bir birliktelik yaşadığımız ve kimi zaman düzenli kimi zaman düzensiz aralıklarla cinsi münasebetler yaşadığımız sol elimle küsüz. Ayrılmadık ama nedense kendisi bana karşı pek haşin davranıyor. Haliyle bir süredir "In a Relationship" diyemiyorum ilişki durumuma. Bu süreyi muadili olabileceğini düşündüğüm sağ elimle geçirmeye çalıştıysam da kendisinin cevabı pek sert oldu bu önerime. İlk olarak solak olduğumu yüzüme vurdu. İkinci ve kendi açısından daha önemli bir sebep olarak da kendisini pis işlerime alet etmemden hoşnut kalmayacağını, hele hele mübarek Ramazan ayında böyle bir şeyi aklımdan geçirmiş olmam dolayısıyla beni esefle kınadığını bildirdi. Of of, dertliyim dostlar bildiğiniz gibi değil.

Beddua

"Kız sana haram olsun Çayeli toprakları." 

Büyük beddua, anlayana. Ne işim olur benim Çayeli'de demeyin. Yeri gelir mutluluk olur Çayeli, yeri gelir huzur. Bakarsın emniyet demek olur ya da güven. Yer yer aşk da olur. Eğer tutarsa bu beddua, hepsi haram olur. Büyük bedduadır vesselam. Anlayana!

Yattım Sağıma Döndüm Soluma

Çok saçma bir alışkanlık geliştirdim son günlerde. Çekyatta uyuyorum. Bunda ne var değil mi? Gayet doğal bir şey. Değil işte. Geçtiğimiz yıl eşya alırken "Oğlum gerisi çok mühim değil de en önemli eşya yatak. Adam gibi bir şey almak lazım ki rahat edelim." diye kendi çapımda iyi para verip iyi bir yatak almıştım. Ne kadar iyi derseniz ilk günler yatakla sevişirim korkusuyla uzun süreli temas kurmamaya çalışıyordum kendisiyle. Alıştıra alıştıra kullandım yatağı. (Ne gülüyorsunuz ya? Sanki bilmiyorsunuz azgın teke olduğumu!) İşte ben bu güzeller güzeli yatağımı bırakıp çekyatta uyumaya başladım son günlerde. Manyak mıyım? Ona şüphe yok ama bu hususta manyaklık yapmıyorum. Yatakta uyumam mümkün olmuyor nedense. Uyuyorum elbette ama yattığımda bir saatten fazla sağıma soluma döndüğüm oluyor. Çekyata uzandığımda ise hemen dalıyorum uykuya. Televizyonun karşısında uyuyakalma psikolojisi midir nedir bilemedim ki. İşin ilginç yanı televizyonu kapatsam da uyuyakalıyorum hemen. Sonra ne oluyor? Çekyatta yatıyor olmak bana boyun ve sırt ağrısı olarak geri dönüyor. Bütün gün kafamı  sağa sola çevirirken zorluk çekiyorum. Ağzına kadar dolu sırt çantası taşıyan ilköğretim öğrencisi gibi hissediyorum kendimi gün boyu. En azından çekyatı açıp öyle yatsam farklı olur mu diye düşünüyorum iki gündür ama o kadar üşeniyorum ki uğraşmaya olduğu gibi uzanıyorum üzerine. Belki açsam onda da uyuyamayacağım zira rahat battığına kanaat getirdim artık. Bunun başka bir açıklaması olamaz ki.

Not: Her zamanki gibi başlığı yazı bittikten sonra aklıma gelen bir şey olarak attım. Bu defa küçükken annemin öğrettiği bir dua geldi. Şimdi sadece üç cümle hatırlıyorum. Gerisi çıkmış gitmiş aklımdan. "Yattım sağıma. Döndüm soluma. Sığındım sübhanıma. ..."

Kedinin Biri Bir Gün

Bir yandan "Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın" dinlerken diğer yandan bunları yazmak garip olacak ama bizim apartman kedisinden kurtulduk galiba lan! Size apartmanın kedisinden bahsetmemiş miydim? Etmiş miydim? Valla siz hatırlıyor musunuz öyle bir şey bilmiyorum ama ben hatırlamıyorum. O yüzden bahsedeyim.

Efendime söyleyeyim, bizim apartmanda bir kedi var(dı -galiba-). Aslında bir değil, iki kedi ama birini neredeyse hiç görmediğimiz için bir tane diyorum. Zaten olayımızın kahramanı da o. Bizim karşı komşu (ki dördüncü katta oturuyoruz, zemin dahil beş oluyor) bu kediye sahip çıkmış gibi bir şey. Evine almamış, bakımını doğrudan üstlenmemiş ama kapısının önünde yemesi için bir şeyler vermiş. Kedi de alışmış. Artık ilk ne zaman gelmiş apartmana onu bilemiyorum. Biz geldiğimizde vardı. Her neyse. Bunun arkadaşı terasta yaşar ve çok ender zamanlar haricinde ortalıkta görünmezken bu çoğunlukla bizim katın arasında durur, zaman zaman aşağıdan duyduğu ayak seslerine koşarak gelir ve bizimle birlikte merdivenleri tırmanır(dı -galiba-). Ne kadar sevimli değil mi? Değil işte. Zira bu manyak merdivenleri tırmanırken bir yandan miyavlar mırnavlar, kafa şişirir(di -galiba-). Bir iki defa olsa iyi. Her gün, her giriş çıkışta bununla muhatap olmak adamı delirtiyor(du -galiba-).Onu geçtim, arkadaşın nasıl sensörleri varsa kapıyı açacağını hisseder hissetmez miyavlamaya başlar(dı -galiba-). Bak onu bile geçtim, benim odadan çıkıp mutfağa giderken dış kapının önünden geçtiğim için ayak sesimi mi duyar(dı -galiba-) ne(ydi -galiba-) yine miyavlamaya başlar(dı -galiba-). Sonra gecenin bir yarısı mıdır sabahın körü müdür hiç fark etmez dinle dur onu ki sussun. Ha bu manyak kedi aç olduğundan mı böyle yapar(dı -galiba-)? Alakası bile yok. İlgi arsızlığından başka bir şey olduğuna şüphe ederim.

İşte sözünü ettiğim bu pisikopat kedinin iki gündür sesi soluğu çıkmıyor. Ya öldü gitti, ya biri aldı götürdü, ya birileri sahiplendi, ya da başka bir zıkkım oldu. Ne oldu bilmiyorum ama bence çok iyi oldu. Ha öldüyse çok iyi olmamış gibi gelebilir ama eninde sonunda ölecekti zaten, en azından ölümü benim elimden olmadı.

Fast Girl'ün Düşündürdükleri

Geçen gün (dün müydü yoksa, o kadar boş kaldım ki günleri karıştırır oldum) evde sıkıntıdan ne izlediğimi bilmez vaziyette kanallar arasında dolaşırken bir Amerikan gençlik filmine rastladım. Biraz izleyince anladım ki arada bir izlemek gerekiyor bu türden filmleri. Amerikan Pastası serisi gibi cinselliğin tavan yaptığı saçmalıkları değil de daha naif saçmalıkları izlemek gerekiyor. İnsana iyi kötü bir umut veriyor. Saçma olduğunu bile bile tad alıyor insan izlerken. Bir şekilde hak edenin kazanacağı, iyilerin sıkıntı çekse de iyiliğin mükafatını alacağı bir nevi Amerikan rüyasının varlığı ihtimali memnuniyet veriyor. Hele hele geç ve güç olsa da iyilerin bir şekilde aşkta kazandığını görmek yok mu?.. (Bütün derdimiz bu değil sanki -buraya bir küfür gelecek-, lafı ne eveleyip geveliyorsam!) Öyle işte. Arada bir gençlik filmi izleyin, izlettirin.

.

Google analytics hesabımın bana söylediğine göre iki yıl boyunca google'dan buraya ulaşan arkadaşlar ortalama 26 saniye geçirmişler ve hemen çıkma oranı %87,25. Bu durumda insanlar aradıklarını bulamıyorlar benim sayfamda. Çok şaşırdım! Hahaha, ne şaşırması yahu. Laf olsun diye söylüyorum bunu da zaten.

Bir Hastahane Masalı

- Nem var doktor bey?
- Kafanıza atmış olduğumuz dikişleri ve vücudunuzun muhtelif yerlerindeki çürükleri zaten intern arkadaş size söylemiş.
- Evet doktor bey. Doktor hanımın eli bayağı ağırmış herhalde. Kafayı yedikten sonrasını hatırlamadığım için kesin bir şey söyleyemiyorum ama bu kadar çürük hafif bir el tarafından meydana getirilemezdi sanırım.
- Haklısınız. Yine de şansınız varmış. Danışmadaki görevliler inlemelerinizi duyup yetişmeselermiş daha kötü olabilirmiş durumunuz.
- Anlıyorum. Peki ne zaman taburcu olacağım?
- Biz bugün akşama kadar burada kalmanızı tavsiye ediyoruz. Ayrıca üç gün istirahat yazacağım size.
- Aman doktor bey, yapmayın. Ben bölümde tek asistan olarak çalışıyorum bu günlerde. Diğer arkadaşlarım izinde. Ben olmasam saçma sapan ayak işleri nasıl hallolur?
- Ama sevgili Nafile, söz konusu olan sizin sağlığınız.
- Olsun doktor bey. Ben idare ederim. Yeter ki abuk subuk işler yarım kalmasın.
- Pekala, siz bilirsiniz. İşlemlerinizi başlatırım, bir iki saate kadar taburcu olursunuz.
- Teşekkür ederim doktor bey.
- Rica ederim. Lakin gitmeden evvel değinmek istediğim bir konu daha var.
- Buyrun, sizi dinliyorum.
- Vücudunuzda meydana gelen çürüklerin yanı sıra kırılmalar da olup olmadığını kontrol etmek için bir vücut taraması yapmıştık.
- Eee...
- Dün blogunuzda sözünü ettiğiniz yalnızlık boşluğu meselesini hatırlıyor musunuz?
- Elbette hatırlıyorum. Fakat siz onu nereden biliyorsunuz?
- Biz çok şey bilir, az şey söyleriz sevgili Nafile. Dikkat ederseniz size de gerçek adınızla değil blogunuzda kullandığınız ad ile hitap ediyorum ikidir.
- Haklısınız. O kadar kanıksamışım ki bu Nafile ismini, hiç yabancılamıyorum bana söylendiğinde. Hatta şarkılarda falan geçince üzerime alınıyorum.
- Tamam tamam, bu kadar gevezelik yeter. Nerede kalmıştık?
- Yalnızlık boşluğundan bahsediyordunuz.
- Ah, evet! Yalnızlık boşluğu. Sizde o boşluk var sevgili Nafile fakat sizin arzu ettiğiniz gibi size bakanların görebileceği gibi dışarda değil. Göğüs kafesinizin altında yalnızlığınızın oluşturmuş olduğu bir boşluk mevcut.
- Demeyin doktor bey. Ne yapayım ben öyle boşluğu?
- Artık orası size kalmış sevgili Nafile. Ayrıca göğüs kafesinizin altındaki bu boşluğun aksine genital bölgenizde aşırı bir doluluk ve yoğunluk mevcut.
- Doğrudur doktor bey. (Burada hafif utanmış ve mahçup bir ifadeyle boyun eğik durulacak ve ses kısık çıkacak.) Peki bir tavsiyeniz var mı?
- Bu durumda tavsiye edebileceğim en etkili ilaç bir doz sevgili olur. Lakin tıbbi geçmişiniz ve yetenekleriniz göz önünde bulundurulduğunda bu pek mümkün görünmüyor. O nedenle size bunu tavsiye etmek pek gerçekçi olmaz. Ayrıca alerjik reaksiyonlara neden olması da (hem ol(may)ası sevgilinizde hem sizde) kuvvetle muhtemel. Bu nedenle göğüs kafesinizin altındaki boşluğa çare olmasa da genital bölgedeki yoğunluğa faydası dokunacak bir şeyler salık verebilirim.
- ...
- Zor bir şey değil. Bir el vereceksiniz o kadar.
- Öhöm! Doktor bey bu kadar aşikar söylemeseydiniz. Neticede eş dost sorarsa böyle söyleyemem ya!
- Ben onu bunu bilmem sevgili Nafile. Hali hazırda sizin için başka bir çare mevcut değil.
- Peki doktor bey. İlginiz için teşekkür ederim.
- Ne demek! Yine bekleriz demek isterdim ama malumunuz burası hastahane...
- Eksik olmayın.
- Siz de. Kendinize iyi bakın Nafile.
- Sağolun doktor. Siz de.

Ben Olmak da Zor Bazen

Biraz agresif bir insanım galiba. Agresif olduğum kesin de benim kastettiğim insanlarla ilişkilerimdeki agresifliğim. "Başka hangi konuda agresif olabilirsin ki?" diye aklından geçirenler için doğru ifadeyi aramaya devam ediyorum. Galiba kısa bir cümleyle açıklamam güç olacak. O nedenle lafı açıyorum.

Yeni tanıştığım insanlarla ilişkilerimde saldırgan bir tavır sergiliyorum sanırım. Hayır, kişilere saldırmıyorum. (Onlar açıklamaya çalıştığım davranışlarımı kendilerine saldırı olarak algılamıyorlardır umarım.) Saldırganlığım samimiyeti ilerletmek için insanların kaldırabileceğinden fazla ilgi göstermek şeklinde oluyor. İlginin dozunu ayarlayamadığım gibi biçimini de tutturamıyorum anladığım kadarıyla. Hal böyle olunca sözünü sohbetini seveceğimi düşünerek yakınlaşmaya çalıştığım insanlar daha da uzaklaşıyorlar benden. Zaten asosyalliğin sınırlarında gezen biriyim, iyice zorlaştırıyorum durumu.

Ne söyleyeceğimi bilmiyorum.

Bir Uyarı

Burayı takip eden sevgili dostlara bir uyarı yapmak isterim. Şu sıralar içimden fena halde açık saçık şeyler yazmak geçiyor. Televizyon programlarından önce yaş sınırını gösteren amblemler oluyor, altında da açıklamalar yazıyor ya benim blogda da bu aralar "olumsuz örnek oluşturabilecek zırvalar" gibi bir açıklama olsa fena olmayacak galiba. Gerçi düşününce bu uyarı biraz saçma oldu zira takipçilerimin yaşları göz önünde bulundurulursa kendilerine olumsuz örnek olamam. Takip etmeyip denk gelerek okuyacak olan tıfıllar da bu uyarıyı görmeyecekler. Aman bana ne, ben yazmış olayım da görmezlerse onların hatası olsun.

Yar Bana Yeni Bir Gözlük Medet

Dün göz doktoruna gittim. Niye gittim? Çerçevelerime nazar değdi de ondan. Göz doktorundan (ikidir göz doktoru yazarken iki kelimeyi birleştiriyorum) çerçevelerime okuyup üflemesini rica ettim. Kadın tip tip suratıma baktı. Sanırım o an içinden "Ne diyor lan bu manyak!" diye geçiriyordu. Galiba içinden laf geçirmek kesmemiş olacak ki doktor hanımın kendisi bir de bana kafa geçirdi. Sonrasını hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda hastahanedeydim. Başımda bekleyen intern (tıp fakültesinin son sınıfında olan stajyer doktor oluyor kendileri siz bilmezsiniz) kafama üç dikiş atıldığını ve vücudumun çeşitli yerlerinde çürükler tespit edildiğini söyledi. Üç gün istirahat vereceklerdi fakat bölümde benim haricimdeki tüm asistan arkadaşlar izinde olduğu için görev yerimi bırakamayacağımdan doktoruma teşekkürlerimi iletip hastahaneden ayrıldım. Ayrılırken hastahane arkamdan göz yaşı döktü, gitmemem için yalvardı yakardı fakat olacağı ertelemenin faydası olmadığından yoluma devam ettim ve evime döndüm.

Dün göz doktoruna gittim. Niye gittim? Çerçevelerime nazar değdi de ondan. İki hafta falan oluyor sanırım, memlekette bir komşuya çalışmaya gitmiştim. Laf gözlüklere gelince benimkileri çıkarıp hava yaptım biraz. İşte böyle hafif, kanatları şöyle esniyor, yok işte kanatları esnediği için vidaları oynamıyor falan. Ertesi gün evde yüzümü yıkadıktan sonra gözlükleri (doğru kullanımı gözlükler midir gözlük müdür bunun ben emin olamıyorum şu İngilizce ile yatıp kalkıyor oluşumuz yüzünden) takarken çerçevenin sol kanadı orta yerinden kırılıverdi. İlk aklıma gelen şey gerekli harcamalarım için para bulmaktan aciz olduğum şu zamanda bir de başıma gözlük masrafı çıktığı oldu. Kopan parçayı bantla yapıştırarak kullanmaya devam ettim. İzmir'e dönerken de göz doktorundan dün için randevu aldım ve olası numara değişimleri için muayene olmaya gittim. Galiba sağ gözümde 0,25 numara bir düşüş var. En azından doktorun verdiği reçete onu gösteriyor zira eskiden 1,75 iken şimdi 1,50. Ne var ki ben değişimin bu kadar olduğundan şüpheliyim çünkü doktorun sağ gözümü kontrol ederken iki farklı mercekten hangisinin daha net olduğunu sorduğunda ben iki mercek arasında çok belirgin bir fark görememiştim. Belki çok az bir küçülme olmuş ve dolayısıyla bir alt dereceye yuvarlama yapılmıştır. Sol gözümde ise bir değişiklik yok. 3,0 derece miyopi ve 0.50 astigmata devam.

Dün göz doktoruna gittim. Niye gittim? Yaklaşık üç yıldır (tam olarak iki yıl sekiz buçuk ay) gözümden çıkarmadan olur olmaz yer ve zamanlarda uyuduğum, çeşitli darbelere maruz bıraktığım, kabına koyma zahmetinde bulunmadığım gözlüklerimin sol kanadı dayanma sınırlarının sonuna gelip tüm esneklik kabiliyetine rağmen ortasından kırılıverdiği için. Madem çerçeve alacağım bari göz doktoruna gidip muayene de olayım dedim. Hem bu sene iyice ayyuka çıkan güneşten rahatsız olma sorunum için de tavsiye alırım diye düşündüm. Zira iki seçeneğim vardı fakat hangisini kullanacağımı bilemiyordum. Birinci seçenek numaralı güneş gözlüğü almak ve yanımda daima iki gözlük bulundurmaktı. İkincisi ise lens kullanıp normal güneş gözlüğü almaktı. Hangisinin daha iyi bir seçenek olduğunu ve göz yapımın lense uygun olup olmadığını göz doktoruma sorduğumda aldığım yanıt düşünce sınırlarımı zorladı. Doktor hanım numaralı güneş gözlüğü kullanmamı tavsiye etti. Elbette beni şaşırtan bu yanıtı olmadı. Kendisi güneşten korunmayı istemenin lens kullanmak için yeterli bir sebep olmadığını, günlük hayatta gözlük kullanmayı istememem gerektiğini söyledi. Ben de cevaben yanımda iki gözlük taşımak zorunda kalacağım için istemem zaten dedim. O yine de bunun yeterli olmadığını söyleyerek az önce söylediği şeyi tekrar etti. İşte o anda beynimde bazı devrelerin yandığını hissettim. Gerçekten kendisinin ne söylemeye çalıştığını anlamadım. Gözlük kullanmayı istememek ne demek ki? Benim söylediğimden farkı ne? Bir insan niye gözlük kullanmayı istemez? Kendisine yakışmadığını düşündüğünden olabilir mi? Neden olmasın. Yine de birkaç gözlükçüye gidip az biraz vakit harcadıktan sonra eminim kendi zevkine ve yüzüne uygun bir gözlük bulabilir herkes. Gözlüğün ağırlığı rahatsız ediyor olabilir. Kendi kullandığım gözlüklerin ne kadar hafif olduğunu düşündüğümde pek makul gelmedi açıkçası bana. Soğukta camların buğulanmasından, yağmurda ıslanmasından hoşlanmıyordur. Bu mazeretin benimkinden çok farkı yok doğrusu. Çocukken gözlüklü olduğu için kendisiyle çok dalga geçilmiştir ve gözlükten nefret etmiştir. Buna diyecek bir şeyim yok, olur mu olur. Bunlara benzer sebepler dolayısıyla insanlar gözlük kullanmak istemiyor olabilirler ki burada yaptığım şey kimsenin düşüncesini yanlışlamaya çalışmak değil, söz konusu mazeretlerin benimkinden çok da farklı olmadığını ifade etmek. Her neyse, bana biraz garip biraz da komik gelen bu olaydan sonra muayeneye geçtik ve doktor hanım bana gözlük reçetesi yazdı. Bir yandan da kullanmak istersem diye lens numaralarımı ve tavsiye ettiği lens tipini bir kağıda not ederek bana verdi. Kendisine teşekkür ederek yanından ayrıldım.

Dün göz doktoruna gittim. Niye gittim? Gözlüklerimin çerçevesi kırıldığı için. Göz doktorundan aldığım reçeteyle beraber yıllardır ihtiyacım olduğunda gittiğim gözlükçüye giderek yeni bir çerçeve seçtim. Doğrusu şu anda kullanmakta olduğum çerçevelerin aynılarından vardı ve ben bunlardan tarif edilemeyecek derecede memnundum ama üç yıl boyunca kullandığım bir çerçeveyi bir üç beş yıl daha kullanmak istemedim. Şimdi yeni gözlüklerimin hazır olmasını bekliyorum. Bu akşam ya da yarın sabah teslim alacağım bir aksilik olmazsa.

Yalnızlık Boşluğu

İnsanın ruh halindeki değişimler karşıdan bakınca belli olsa nasıl olur? Diyelim ki yolda karşılaştık sevgili arkadaşım. Bir süredir de görüşmüyoruz. Beni görünce çok zayıfladığımı söyleyebilirsin, saçlarımı kestirdiğimi fark edebilirsin, üstüme başıma eskisi kadar dikkat etmediğimi görebilirsin, hatta o an için neşeli ya da üzgün olduğumu da ayırt edebilirsin. Peki ruh halimin çoğunlukla nasıl olduğunu anlayabilir misin? Ben istiyorum ki o da anlaşılabilsin. Mesela beni görünce "Nafile, koçum çok yalnızlaşmışsın be görmeyeli!" diyebilesin. Alnımda yalnız olduğum yazmasın ama nasıl ki kilo kaybedince inceliyorum onun gibi yalnız olunca da vücudum bir belirti göstersin. Gerçi bu durumda yalnızlığım herkes tarafından anlaşılacağı için arkadaşlarım ve ailem yanlış anlayabilirler. Sizi temin ederim öyle bir şey değil bu sevgili dostlar ve kıymetli anne babacığım. Bu yalnızlık değişik biraz. Hatırlamıyorum ne kadar oldu birinin omuzuna başımı yaslayalı mesela. Dün izlediğim Bounce'da Ben Affleck'in canlandırdığı karakterin söylediği gibi iyi geceler diyebileceğim biri olmayalı kaç ay geçti bilemiyorum. Böyle bir yalnızlık işte. Böyle bir boşluk hissi. İşte bu boşluk hissi var ya, o his gerçekten boşluk olarak aksetse mesela insanın bünyesinde. Elimizde, kolumuzda, yanağımızda, göğsümüzde boşluk olsa da anlaşılsa yalnızlığımız.