Gara Gözün Ay Balam

Uzun zamandır şarkı türkü paylaşmıyordum burada. Şunu dinleyiverin de benim gibi keyiflenin biraz istedim.


Manasız

Bazen yaptıklarım o denli manasız geliyor ki kendimi yeniden ergenliğe girmiş gibi hissediyorum. Leyla ile Mecnun'da Arda diyordu ya böyle boşlukta salınmak istiyorum diye ve ekliyordu liseye mi dönsem acaba diye, o vaziyetteyim. Yapmak zorunda olduklarımı kastetmiyorum bununla sadece, normalde severek ve isteyerek yaptığım şeyler için de bu hisse kapıldığım oluyor. Çalışmak (iş manasında), ders çalışmak, KPSS'ye çalışmak gibi zorunlu olanların yanı sıra ney çalışmak da manasız geliyor. Hadi bunlar emek isteyen şeyler ondan diyelim; eskiden keyif aldığım yemek yemek uzun zamandır zorunluluktan yapılan manasız bir şey halini aldı, kitap okumak, film-dizi izlemek, dergiye ya da bloga bir şeyler yazmak hiçbir anlam ifade etmiyor kimi zaman. Gayet hevesle aldığım ve gayet keyifle kullandığım bisiklet bile kimi zaman fuzuli bir masraf olmuş gibi geliyor, üstelik daha alalı iki hafta olmamışken. Arda gibi ben de liseye dönmeyi yeniden düşünebilirdim ama geçen KPSS başvurusu için Salih Dede'ye gidince gördüm ki lise yeni baştan çekilmezmiş. Ben tekrar üniversiteye dönmek istiyorum. Tadı çıkarılabilecek en güzel zamanlardı onlar galiba. Eski fotoğraflara bakınca mı böyle oldu acaba?

Hüzkar

Hayat ne tuhaf, hüzünler falan. Böyle yüreğe çöreklenmeler, omuzlara yüklenmeler... Belki de hiçbiri. Bunlar çok ağır. Daha hafif yükler, daha belirsiz duygular... Hüzün değil sanki, hüzne benzer bir şeyler ama hüzün değil. Efkar belki. Efkar ile hüzün arasındaki fark nedir? Efkar sebepsizlik hissi veriyor sanki, biraz da belirsizlik. Yoğunluk hususunda belirsizlik. Bazen çok yoğun bazen az yoğun bir hal sanki efkar. Bana öyle geliyor en azından. Neyse. Demem o ki -ki ara ara diyorum bunu başka kelimelerle- böyle ara ara efkar basıyor, bir şarkıda, bir hikayede, bir şiirde, bir filmde, bir dizide vesaire geçenler yüzünden. İyi mi kötü mü bilemedim bu vaziyet. Kurtulmak mı gerek, kulak üstü yatmak mı?

Hayat ne tuhaf, efkar falan.

.


Meczup olaydım da kimse bana "neden" demeyeydi.


Bir dost

Pisiklet

Çocukluk yaram kaşındı, altından canavar çıktı sevgili blog. Bisiklete binmeyi yeğenimin pinokyosunda öğrendim ben. Öyle çok da öğrenemedim zaten. İki haftada bir evci çıkar, gittiğimde de bir saat falan anca kullanabilirdim. Öyle uzun izin alamıyorduk yeğenle ki doya doya binelim. Güzel maceralarımız oldu ama yine de. Engebeli bir arazide bisikletin selesi başımın hizasına gelecek şekilde şaha kalmışlığı, arkada oturan yeğenin göt üstü düşmüşlüğü var. Bilyeler sıkışınca zınk diye duran bisikletle takla atmışlığımız var. Yeğenin o külüstür pinokyoyla komşu köye kaçmışlığı da var ama ona ben dahil olmadım tabii.

Bisiklete binmek çok hoşuma giderdi. Kendi bisikletim olsun da doya doya bineyim diye çok istemiştim. İnegöl de düz bir yer olduğundan bisiklet sayısı bir hayli fazla. Gördükçe istiyor insan. Gel gör ki yurtta kalıyorum. Alsam koyacak yerim yok, koysam yurttakilerden kurtaramam. Bir tur binenler, bir tur deyip bırakmayanlar, hatta hiçbir şey demeyip kafasına göre alıp gidenler... Ne ararsan olur. Aldığına alacağına pişman eder seni. Çok sürmez bozulur zaten. Ha de ki bunlar olmasa alacak paran var mı? Harçlıklarımdan biriktirir bir sene sonra da olsa alırdım yine. Hiç unutmam bir arkadaşım 11 milyona satarım sana demişti bisikleti. Üç ay sonra alabileceğimin hesabını yapıyordum. Neyse, alamadım elbette, kaldı öyle.

Aradan kaç sene geçmiş, ben bisiklet alma isteğimi bile unutmuşum. Ortaokul bittikten sonra bisiklete kırk elli metreden fazla binmemişim. Geçenlerde bizim deli anlatması uzun sürecek bir hikayeyle bizim eve iki bisiklet getirmiş oldu. Şöyle bir bisiklete binelim dedi, aldı beni Konak'a kadar götürdü. Nasıl özlemişim, bir yandan trafikte tedirgin oluyorum, bir yandan hoşuma gidiyor. İki üç hafta geçti, bu Cumartesi "Yarın Sasalı'ya gideceğiz, gelir misin?" diye sordu paşam. Kiralık bisiklet bulursa gideceğimi söyledim. Söylemez olaydım. Buldu. Bisikletler kiralık olunca zaten pek bir şeye benzemiyor. Bir de ben seçici biri olmadığımdan herkes aldı bisikletini ben de sona kalanı aldım. Külüstür bir şeydi ama frenleri iyiydi Allah için. Neyse. Bostanlı'dan Sasalı'ya bisiklet yolu var. İlk bir iki kilometre yürüyenler falan var, sonra kimseye bulaşmadan tatlı tatlı devam ediyorsun. O günün etkisiyle içime bisiklet alma hevesi düştü. Alacağım galiba.

Öyle işte.

Böyle anket olmaz olsun!

O kadar olmaz olsun ki anketin sorusunu başlığa yazmayayım. Allah bin belasını versin böyle anketin. Allah davul etsin. Top etsin. Yok etsin.

Hop hop hop! Ben kendi anketime bela okuyorum arkadaşım, size ne oluyor. Anket benim değil mi istediğimi derim. Siz diyemezsiniz. Akıllı olun! Hem ne varmış anketimde. Belki geri bildirim istedim. Bilmek hakkım değil mi en çok hangi yazıları sevdiğinizi? Neremi sevdiğinizi çatır çatır söylediniz değil mi? Ah sizi gidi sizi... İlla böyle bir komiklik şakalar, bir alengirli havalar istiyorsunuz değil mi? İşiniz gücünüz goygoy, ben daha ne diyeyim size.

O değil de, harbi böyle anket olmaz olsun ya! "En çok hangi etiketle yazdıklarımı seviyorsunuz?" diye anket sorusu mu olur? Ne deseniz haklısınız anacım, devam edin. Zaten hepi topu iki kişi oy kullanmış, onlardan biri de dört seçeneğe birden oy vermiş. (Bir kişinin dört seçeneğe birden oy verdiğini sadece o oyladığı zaman gördüğüm için biliyorum yoksa anketin kim neye oy verdi gibi bir özelliği yok.) Öyle beş ayrı oy var gibi görünüyor ama altı üstü iki oy var. Ben o iki arkadaşı beni bu halimle seven kişiler olarak bilip siz diğer çıkarcı takipçilerimi memnun etmek için gerekirse soytarılık bile yapacağımı buradan duyurmak isterim.

Ay sıkıldım. Dön dolaş aynı yere geliyorum da ne biçim anketse yazısını hazırlamaktan kaça kaça helak oldum. Şimdi de verilen oyları yazmaktan kaçıyorum sanki. Hadi bir çırpıda yazayım da çıksın. Efendim toplam dokuz seçenekten (dokuz etikete karşılık dokuz seçenek) dördü oy almış bulunmakta. Oy veren iki arkadaş tarafından da beğenilen seçeneğimiz "Bence Ben de Herkes Gibiyim" olmuş. Kendisini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. Birer oy alan diğer seçeneklerimiz de "Kesmece", "Kişisel" ve "Tez Günlüğü" olmuşlar. Onlara da mansiyon falan verelim artık. Adlarını zikretme gereği bile duymadığım diğer beş etiket de gözümün önünden kaybolsunlar bir zahmet. Bir müddet kendileriyle görüşmek istemiyorum. (Bu da kendi içinde çelişen bir durum olmadı mı? Anket yazısı yazarken anket etiketiyle görüşmek istememek...)

Yeni anketin sorusunu düşünmek için süre istiyorum. Bulunca eklerim bir şeyler.

Selametle...

Mem-nun

Hayat ne doğrusal, ne döngüsel. İnişler ve çıkışlarla dolu muhabbeti değil bu. Daha ziyade gittiği bir yer yok deme çabası. Şunu yapacağım deyip yaşamanın bir manası yok gibi. Sonuç diye bir şey yok zira. Ölüm var işte bir nihai durak olarak lakin o da varmaya çalışılan değil bilakis ötelenmeye çalışılan bir şey. Hayat dediğimiz şey aslında günleri ötelemekle ilgili. Dün bitti, bugün bitiyor, yarın bitecek... Elbette bu süre zarfında arzulananlar, konulan hedefler olacak lakin onlara ulaşıp ulaşmamanın da çok ehemmiyeti yok gibi. Haddizatında mesele memnun olup olmamak gibi geliyor bana. Mutlu olup olmamak dahi değil. Mutluluk tuhaf bir şey zira. Herkes iyi kötü onun peşinde gibi. Bana çok da lüzumlu bir şeymiş gibi gelmiyor oysa. İnsan mutlu olmadan da memnun olabilirmiş gibi, mutlu olsa da memnun olmayabilirmiş gibi ya da; öyle bir şeyler düşünüyorum bazen. Memnuniyet daha elzem sanki. Ay amaaan!