My Blue Heaven

Sanırım benim dizi ve filmlerde aradıklarım çoğunluğun aradığından farklı. Ana temadan sapıp kişiler arası ilişkilere odaklanıyorum çoğunlukla. Belki bu yüzden son yıllarda film yerine dizi izlemeyi tercih ediyorum. İlişkilere daha geniş yer ayırdığından, daha fazla kişisel detay içerdiğinden. Galiba kendi yaşayamadıklarımı yaşayabilen yahut yaşamak zorunda kalan -her zaman istenir şeyler olmuyor zira- insanlarla bağ kurmuş oluyorum böylece. Benim yerime eğlenen, benim yerime hüzünlenen, benim yerime seven, benim yerime sevilen, özür dileyen, bağışlayan, gülen, ağlayan... Uzar gider bu liste.

The Mentalist izleyicilerinin bir çoğunun Red John'ın kim olabileceğinden, kimliği hakkında nasıl ipuçlarının verildiğinden, kaç bölümde bir Red John hikayesine dönüldüğünden vs. bahsettiğine tanık oldum. Onlar için The Mentalist demek öncelikle Red John demekti. Elbette Red John'ın kim olduğunu ve nasıl bu kadar çok müridinin olabildiğini ben de merak ediyordum. 6x8'deki sonuç çoğu takipçi gibi beni de tatmin etmedi. (Galiba hiçbir takipçiyi tatmin etmedi.) Lakin pek çokları resmen hayal kırıklığı yaşarken ben umursamadım. Sıra 6x9'u izlemeye geldiğinde uzun zamandır izlediğim en iyi The Mentalist bölümünü izlediğimi düşündüm. Sevgili Patrick Jane'i "hüzünlü cennetinde" yalnız ve anlaşılmayı özlerken görmek... Şu sıralar fazla mı taktım bu yalnızlık meselesine acaba?
0 Responses